2.ALANDA UZMANLAŞMA, EĞİTİM VE DENETİM

Çalıştayın ikinci oturumunda “Sağlık haberciliği alanında uzmanlaşma ve eğitim” konusu ele alınmıştır. İlk oturumda sağlık haberlerinin tanımlanması bağlamında başlayan tartışmanın bu oturumda da uzmanlaşma ve eğitim bağlamında devam ettiği görülmüştür. Bu oturumda öncelikle projenin görüşme aşamasında elde edilen veriler oturuma katılanlarla paylaşılmıştır. Bu sunuşun ardından ortaya çıkan genel görüş sağlık haberciliği alanında uzmanlaşma ve eğitim eksikliğinin ciddi nitelikte olduğunun kabulü olmuştur. Bu açığı kapatmak üzere kimin ya da hangi kurumların ne yapması gerektiği konusu üzerinde ise fikir ayrılıkları tartışma boyutunda devam etmiştir. Ancak iletişim fakülteleri açısından bakıldığında bu alana yönelik bir dersin konulmasının yararının büyük olacağı ısrarla ve oturuma katılanların çoğunluğunca dile getirilmiştir. Bu oturumda dikkati çeken bazı görüşler aşağıda sıralanmıştır.
Proje kapsamında görüşülen kişilere ait verilerin oturuma katılanlara sunulmasının ardından başlayan tartışmada ortaya çıkan ilk konu, sağlık haberlerinin denetimi olmuştur. Bu bağlamda öncelikle RTÜK’ün, basın / medya meslek ilkelerinin, hasta hakları derneklerinin ilke ve çalışma koşulları konuşulmuştur. Denetim konusunda Can Bilgili şunları söylemiştir:

-   Denetlemeden kastımız tabi içerik denetlemesi. Benim en çok karşı olduğum konulardan birisi olması nedeniyle altını çizmek istiyorum, sivil toplum ya da meslek örgütleri de bu işi denetleyebilir diyenler olmuş. Sivil toplum örgütlerine bu işi yüklediğiniz takdirde, bir gün sivil toplum kuruluşundaydım, ya dediler medya kuruluşları gerek içeriği, gerek sahipliği, gerek mülkiyeti ve işleyişi, gerek gücü, sermayesi alt alta saydığınızda bunlara puan verelim ve bunları deklare edelim topluma ve diyelim ki bunlar iyi medyadır, bunlar kötü medyadır. Ben de dedim ki, bir de bunu tersten okuyalım, o medya kuruluşu o sene çalışma yapıyor sivil toplum kuruluşları üzerinde ve bunlar iyi sivil toplum kuruluşudur, bunlar kötü sivil toplum kuruluşudur ve burada medya aracı belirliyor ve siz de orada 20 yapıyı incelediğini varsayalım, 20’nci çıkıyorsunuz, hatta sıra dışı çıkıyorsunuz. Bunlar da sıranın dışında kaldılar, bunlar da böyle vasat falan. Dedim siz ne düşünürsünüz? Bir kere kriteriniz yok, bir ölçütünüz yok, bir değeriniz yok. Bu olmadığı takdirde meslek örgütü veya sivil toplum kuruluşlarının böyle bir denetleme misyonu bizim bu eski gerçekten serbest piyasa ritüellerine uymayan, her şeyi yukarıdan yöneten, ulus devlet geleneklerine bağlı, her şeyin yukarıdan, büyük güçler tarafından tedarik edildiği bir anlayışa doğru götürüyor. Biz biliriz, yaparız, bu böyle olmalıdır diye. Oysa bu aslında gerçekçi değil. Hasta hakları mesela çok önemli bir konu, orada 2 kişi sadece hasta haklarına dikkat edilmeli gibi bir şey söylemiş ona da ben şaşırdım. Türkiye’de eğer siz hasta haklarını öne çıkaracak bir yaklaşımda iletişim dili geliştiremezseniz, kalite talep eden bir toplum oluşturamazsanız o zaman siz hangi kriterleri iyi ölçeceksiniz? Yani kaliteyi toplum talep etmiyorsa, oh bir doktor buldum yeter bana diyorsa, eskiden 300 kişi sıra bekliyordum şimdi 20 kişi bekliyorum yeter bana diyorsa hiçbir zaman kaliteyi talep eden bir toplum baskısı, piyasası oluşturamazsınız. Bu oluşmadığı müddetçe de sizin kriteriniz ne olacak? Dolayısıyla da hasta hakları konusunun önemli olduğunu düşünüyorum.”

Daha sonra Türkiye’de sağlık iletişimi eğitimi konusuna değinen Bilgili, Yeditepe Üniversitesi’nde sağlık iletişimi programının açılmasında karşılaşılan mevzuatla ilgili sorunları dile getirmiştir. Sağlık Bakanlığı bünyesinde 2009 yılında kurulan Sağlığın Geliştirilmesi Daire Başkanlığı hakkında da Bilgili şunları söylemiştir:
 
-   “Türkiye o kadar geri ki bu konuda. Yani düşünün Sağlığın Geliştirilmesi Daire Başkanlığı daha 2009’da kuruluyor. Sağlığın Geliştirilmesi Daire Başkanlığı şu anda misyon ve vizyon olarak Alvin Toffler’in 2. Dalgasında: Fabrika Toplumu. Bunu söylediğim zaman da kızıyor arkadaşlar ama maalesef böyle (…) Dolayısıyla Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerin de bu konuda çok daha aktif ve girişken olması lâzım. Sektör zaten bu konuda maalesef ne yaptığını bile bilmiyor. Ben öyle görüyorum, öyle yorumluyorum maalesef…”

Tartışmanın bu noktasında konu, sağlık haberciliğinde uzmanlaşma boyutuna geçmiş ve bu yöndeki eleştiriler değerlendirilmiştir. Yusuf Ziya Eraslan Ankara’da kurulan Sağlık Muhabirleri Derneği’nin kuruluş nedeniyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

-   “Sizin bu anlattığınız; özellikle sağlık muhabirlerinin örgütlenmesi başta olmak üzere, hizmet içi eğitimi, tıbbi ön eğitim ve meslek ile ilgili bir sürü süregelen sorunlar bizi (Ankara’daki) bu derneği kurmaya itti. Ben bu yanıtları takip ettim, çok şaşırmadım. Belki burada da bir anket yapılsa 15 kişi arasında sanırım aşağı yukarı aynı sonuçlar çıkar. Olaya şöyle bakmak lâzım: Bir kere sağlık muhabirlerinin kendi arasında sorunları var. Mesleki sorunları var, bu ayrı bir konu. Şimdi hemen hemen her gazetenin bir sağlık muhabiri var, bazı gazetelerin iki sağlık muhabiri var, televizyonların da kâğıt üzerinde birer sağlık muhabiri var. Anadolu Ajansı başta olmak üzere büyük ajansların sağlık muhabiri ya da muhabirleri var. Fakat basın kuruluşları sağlık muhabirlerini hangi kritere göre seçiyorlar bu çok önemli bir soru.”

Eraslan, Ankara’daki sağlık muhabirliğinin daha çok eğitimsiz ya da tecrübesiz “çömezlerin işi” olarak görüldüğünü söyleyerek şunları dile getirmiştir:

-   “Benim kişisel tespitim maalesef Türkiye’de sağlık muhabirliği mesleğe yeni başlayan, acemilik dönemini atlatabileceği bir alana ihtiyacı olan arkadaşlara veriliyor. Bu arkadaşların sağlık alanında pişmesi en az 2-3 yılı alıyor. Hocamın az önce ifade ettiği gibi, tıbbi terimlerin öğrenilmesi, en azından nörolojinin ne olduğu, ürolojinin ne olduğu bu ayrımları yapabilmesi için 2-3 yıla ihtiyacı var. 2-3 yıl geçiyor diyorlar ki tamam sen muhabir oldun. Tabi ben bunları Ankara için söylüyorum. “Seni artık Başbakanlığa kaydıralım sen artık iyi bir muhabir oldun” deniliyor, 2-3 yıllık emek, birikim boşa gidiyor. Sonra başka bir stajyer başlıyor. Ona veriliyor sağlık muhabirliği. Sağlık haberciliği belki İstanbul’da da böyledir. Ben çok İstanbul için iddialı konuşmak istemiyorum ama Ankara’da maalesef böyle. Daha çok çömezlerin uğraşı haline getirilen, acemiliği atması için bebeğe oyuncak verirler oyalanması için böyle bir durum var maalesef. Biz bu duruma şiddetle karşı çıkmak, en azından sağlık muhabirleri arasında kaliteyi arttırmak ve basın kuruluşlarına “bu çok naif, çok stratejik, çok önemli bir alan, bu alana çömezleri verme” açıkça bu mesajı vermek için bu derneği kurduk.”

Derneği kurmadan Avrupa’daki uygulamaları da incelediklerini belirten Eraslan şöyle konuşmuştur:

-   “Avrupa’daki gazeteleri inceledim, sağlık muhabiri görevlendirmek için birtakım kriterler var. Meslekte en az 4-5 yılı doldurmak, mümkünse o ülkenin sarı basın kartı sahibi olmak, okullu olmak vs. Ve en önemli kriter de haber merkezinin en iyisi olmak. Biz de tam tersi. Yani Avrupa’daki gazetelerde haber merkezinin içerisinde en iyi kimse onu sağlık muhabiri yapıyorlar, niye yaptıklarını söyleyeyim. Avrupa’da bu işler Türkiye’deki gibi başıboş değil. Avrupa’daki ülkeler bu işi hakikaten önemsiyorlar, yanlış ya da yalan haber varsa bunun çok ağır yaptırımları var, dolayısıyla basın kuruluşları başlarının belaya girmemesi için o alanı sağlam kişilerle dolduruyorlar. Avrupa’da en iyiler sağlık muhabiridir, Türkiye’de Ankara için söyleyeyim stajyerler, yeni başlayanlar sağlık muhabiridir. Biz bunun çok ağır, bu meslekten gelenler adına söylüyorum tabi ki hekimler bunun sıkıntısını yaşıyor, herkes yaşıyor, halk yaşıyor daha doğrusu. Ankara’da birçok meslek örgütü var, Parlamento Muhabirleri Derneği var, Eğitim Muhabirleri Derneği var, Çevre Muhabirleri Derneği var, Başbakanlık Muhabirleri Derneği var, Cumhurbaşkanlığı Muhabirleri Derneği var fakat bir baktık ki Ankara’da Sağlık Muhabirleri Derneği yok. Bir spor muhabirinin yazdığı bir haber yalansa eğer en fazla 3-5 kişiye zarar verir. Bir parlamento muhabirinin yazdığı yalan haberse eğer çok az kişiye zarar verir. Eğitimse biraz belki fazla verir ama eğer sağlık haberi yalansa, yanlışsa, kasıtlıysa bu çok kişiye zarar verir. (…) Bunun yaptırımı yok. İş tamamen vicdan ile ilgili ama sadece işi vicdana atıp da işin içinden çıkmamak lâzım. Yani özetle bizim bu tarz sorunlarımız var.”

Sağlık muhabirliğinde uzmanlaşma sağlanamamasının bu alanı “çömez işi” haline getirdiği tartışmasına Eraslan daha sonra şu örneği vermiştir:

-   “Mesela üye kaydı yapıyoruz biz, yapıyorduk daha doğrusu. Mesela Sabah gazetesinin muhabiri yeni başlamış bir sağlık muhabiri, bize diyorlar ki sağlık muhabirimiz bu. Ben de onun sağlık muhabiri olduğunu kabul etmek durumundayım; yani birtakım Kopenhag Kriterleri gibi kriterler koymak durumunda değiliz. Kabul ediyorsun, üyelik başvurusu yapıyor, yönetim kabul ediyor, birkaç ay sonra yeni biri geliyor. O arkadaşı ne yapacağız üyelikten mi atacağız? Yeni gelene mi onun yerini vereceğiz? Böyle sıkıntılar var. (…)

“Ne yapılması gerektiği” noktasında da Eraslan, sağlık haberciliğinin özel bir alan olduğuna ilişkin “kültürün” oluşması gerektiğine işaret eden şu konuşmayı yapmıştır:

-   “Benim şahsi kanaatim, bu derneğin de genel düşüncesi, yayın kuruluşlarında bu anlamda bir kültür oluşmalı. Yani sağlık haberciliği çok önemli bir haber alanıdır, diğer habercilik alanlarından özel bir alandır. Bunu iddiayla söylüyorum, çok özel bir alandır, çok önemli alandır. Bu kültürü yayın kuruluşlarının edinmesi lâzım. Dolayısıyla sağlık muhabiri istihdamında bu kritere uyulması lâzım. Yeni başlayan bir arkadaşı değil de gazetecilik alanında belirli bir birikime erişmiş arkadaşların bu alanda görevlendirilmesi gerekiyor. Onun dışında bizim belki dernek olarak, belki Sağlık Bakanlığı’nın, belki Türk Tabipleri Birliği’nin belki diğer meslek örgütlerinin ortaklaşa yapmamız gereken birtakım faaliyetler, etkinlikler olduğunu düşünüyorum. Bizim bu anlamda birtakım projelerimiz de var. En azından hali hazırda görev yapan sağlık muhabirlerinin bir ön eğitimden geçirilmesi gerektiğini ki bunu üzülerek söylüyorum daha stetoskopun ne olduğunu bilmeyen sağlık muhabiri arkadaşlarımız var.

Tartışma daha sonra “sağlık muhabiri kimdir, kim değildir?” sorusu ekseninde ilerlemiştir. Mustafa Sütlaş bu anlamda şunları söylemiştir:

-   “Eskiden gazetelerin haber merkezlerinde sağlık muhabiri adı altında sadece alanı sağlık olan, sağlıkla ilgili haberlere giden, sağlıkla ilgili gelişmeleri takip eden, sağlık ortamının da tanıdığı insanlar vardı. Bu insanlar sonra Sağlık Eğitim Muhabirleri Derneği’nin çatısı altında birleştiler ve o tanımı esasında onlar yapıyorlar. Bunların bir bölümü bir takım ortak kurslarla eğitim süreçlerinden geçtiler ama Türkiye’de şu anda bir unvan olarak bu sağlık muhabiri diyebilen bir mekanizma yok. İkincisi verili olan, kendine sağlık muhabiri diyen insanların, bu tanımlamaları bu söylediğim çerçevede yapılmış tanımlar ama onların içinde, gazeteleri de sayabilirim hangi gazeteler olduğunu, gazetenin de bu sağlık muhabiridir dediği insanlar var ve bu insanlar öyle mesleğe yeni başlayan insanlar değildir. Kalburüstü İstanbul Üniversitesi’nin 50 tane öğretim üyesinin 20-25’inin tanıdığı insanlardır. Şimdi böyle bir şey yok ben bilmiyorum. Anadolu Ajansı bunun dışında; yani sadece sağlıkla ilgilenen muhabir istihdamı anlamında. Cumhuriyet’teki de resmi olarak öyle değildir, arkadaşımız başka habere de gidiyor. (…)Bunun ölçütü şu esasında bana göre, o alanın varsa bir örgütü o örgütlenmenin koyduğu kritere uygun insandır sağlık muhabiri. Okulu yoksa, eğitimi yoksa, formel sertifikasyonu yoksa bunu o alanın insanları tarif eder. İstanbul’daki derneğe yeni üye kaydetmiyorlar. Yok, çünkü böyle bir şey… Sibel (Güneş) olsaydı bunun hikâyesini anlatsaydı size ayrıntılarıyla.  Ama bu sağlıkla ilgili habercilik yok anlamına gelmiyor. Problemi yaratan kısım da orası. Bir de şu var sağlıkla ilgili yayıncılığın içinde yıllardır emek harcayan insanlar var. Mutlu (Sereli Kaan) gibi bu alanın örgütlerinin içindeki insanlar var. Bu insanların bana göre bir sertifikasyona ihtiyacı yok çünkü onların yaptıkları iş de, onlara dair kabul de, onların kendilerine dair yaptıkları tanımlamaları da bu çerçevede, bunu ayrı tutmak lâzım. Birkaç tane de akademisyen var onları da ayrı tutmak lâzım.”

İstanbul’daki derneğin “üye kaydetmediği” ifadesi üzerine Eraslan, özetle, “Bizim kapımız ‘Ben sağlık muhabiriyim’ diyen herkese açık” karşılığını vermiştir. ESAM’ın kurucularından Yalçın Yılmaz da şunları söylemiştir:


-   “Biz 1991 yılında eğitim ve sağlık muhabirleri adında derneği kurduk. İlk dernekleşme, Gazeteciler Cemiyeti dışında ilk kurulan dernek. Bizden sonra ekonomi muhabirleri kurdu, magazinciler kurdu, diğerleri kurdu. Biz kurulana kadar cemiyet tarafından mesleki olarak Gazeteciler Cemiyeti dışında bir dernek kurulmasına izin verilmiyordu. O zaman biz kurucu olarak görev alırken Gazeteciler Cemiyeti’nden gizli yürüttük bu çalışmaları ve mesleki olarak Gazeteciler Cemiyeti’nden atılma korkusuyla kurduk. Gazeteciler Cemiyetine üyelik için bazı kriterler var, sarı basın kartı taşıyor olmanız gerekiyor. Dolayısıyla gazeteciliğiniz tescillenmiş ve bir kuruma bağlı habercilik yapıyorsunuz ve en az iki yıllık deneyimlisiniz demektir stajı saymazsak. Biz de ESAM olarak Gazeteciler Cemiyeti’nin koyduğu kriterlere benzer, belli bir süredir sağlık haberciliği yapmış, zaten haberlere giden kişiler olarak hep aynı kişiler belli toplantılara gittiğimiz için, eğitimler düzenledik. Tabipler odası, diş hekimleri odası, veteriner hekimler odası, Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı. Tabi sağlık muhabirlerinin sayısı çok az olduğu için eğitim muhabirleriyle birlikte örgütlendik. Aslında çok da iyi yaptığımızı düşünüyorum. Eğitim muhabirleriyle iç içe olmanın verdiği avantajlar açısından. Üniversitelerle ilişkilerimizi geliştirme açısından, eğitim sistemini bilme açısından, sağlık sistemini ve üniversite tıp fakültesi çevresini bilme açısından çok daha diyalog içinde ve iyi bir sistem kurduk. Tabi ki Sağlık Muhabirleri Derneği olarak biz üye kaydında belli kriterler arıyoruz. Yoksa gelen herkesi çevirmek anlamında bir düşüncemiz hiç olmadı…”