Proje kapsamında görüşülen kişilere ait verilerin oturuma
katılanlara sunulmasının ardından başlayan tartışmada ortaya çıkan ilk konu,
sağlık haberlerinin denetimi olmuştur. Bu bağlamda öncelikle RTÜK’ün, basın /
medya meslek ilkelerinin, hasta hakları derneklerinin ilke ve çalışma koşulları
konuşulmuştur. Denetim konusunda Can Bilgili şunları söylemiştir:
- Denetlemeden
kastımız tabi içerik denetlemesi. Benim en çok karşı olduğum konulardan birisi
olması nedeniyle altını çizmek istiyorum, sivil toplum ya da meslek örgütleri
de bu işi denetleyebilir diyenler olmuş. Sivil toplum örgütlerine bu işi
yüklediğiniz takdirde, bir gün sivil toplum kuruluşundaydım, ya dediler medya
kuruluşları gerek içeriği, gerek sahipliği, gerek mülkiyeti ve işleyişi, gerek
gücü, sermayesi alt alta saydığınızda bunlara puan verelim ve bunları deklare
edelim topluma ve diyelim ki bunlar iyi medyadır, bunlar kötü medyadır. Ben de
dedim ki, bir de bunu tersten okuyalım, o medya kuruluşu o sene çalışma yapıyor
sivil toplum kuruluşları üzerinde ve bunlar iyi sivil toplum kuruluşudur,
bunlar kötü sivil toplum kuruluşudur ve burada medya aracı belirliyor ve siz de
orada 20 yapıyı incelediğini varsayalım, 20’nci çıkıyorsunuz, hatta sıra dışı
çıkıyorsunuz. Bunlar da sıranın dışında kaldılar, bunlar da böyle vasat falan.
Dedim siz ne düşünürsünüz? Bir kere kriteriniz yok, bir ölçütünüz yok, bir
değeriniz yok. Bu olmadığı takdirde meslek örgütü veya sivil toplum kuruluşlarının
böyle bir denetleme misyonu bizim bu eski gerçekten serbest piyasa ritüellerine
uymayan, her şeyi yukarıdan yöneten, ulus devlet geleneklerine bağlı, her şeyin
yukarıdan, büyük güçler tarafından tedarik edildiği bir anlayışa doğru
götürüyor. Biz biliriz, yaparız, bu böyle olmalıdır diye. Oysa bu aslında
gerçekçi değil. Hasta hakları mesela çok önemli bir konu, orada 2 kişi sadece
hasta haklarına dikkat edilmeli gibi bir şey söylemiş ona da ben şaşırdım.
Türkiye’de eğer siz hasta haklarını öne çıkaracak bir yaklaşımda iletişim dili
geliştiremezseniz, kalite talep eden bir toplum oluşturamazsanız o zaman siz
hangi kriterleri iyi ölçeceksiniz? Yani kaliteyi toplum talep etmiyorsa, oh bir
doktor buldum yeter bana diyorsa, eskiden 300 kişi sıra bekliyordum şimdi 20
kişi bekliyorum yeter bana diyorsa hiçbir zaman kaliteyi talep eden bir toplum
baskısı, piyasası oluşturamazsınız. Bu oluşmadığı müddetçe de sizin kriteriniz
ne olacak? Dolayısıyla da hasta hakları konusunun önemli olduğunu düşünüyorum.”
Daha sonra Türkiye’de sağlık iletişimi eğitimi konusuna
değinen Bilgili, Yeditepe Üniversitesi’nde sağlık iletişimi programının
açılmasında karşılaşılan mevzuatla ilgili sorunları dile getirmiştir. Sağlık
Bakanlığı bünyesinde 2009 yılında kurulan Sağlığın Geliştirilmesi Daire
Başkanlığı hakkında da Bilgili şunları söylemiştir:
- “Türkiye
o kadar geri ki bu konuda. Yani düşünün Sağlığın Geliştirilmesi Daire
Başkanlığı daha 2009’da kuruluyor. Sağlığın Geliştirilmesi Daire Başkanlığı şu
anda misyon ve vizyon olarak Alvin Toffler’in 2. Dalgasında: Fabrika Toplumu.
Bunu söylediğim zaman da kızıyor arkadaşlar ama maalesef böyle (…) Dolayısıyla
Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerin de bu konuda çok daha aktif ve girişken
olması lâzım. Sektör zaten bu konuda maalesef ne yaptığını bile bilmiyor. Ben
öyle görüyorum, öyle yorumluyorum maalesef…”
Tartışmanın bu noktasında konu, sağlık haberciliğinde
uzmanlaşma boyutuna geçmiş ve bu yöndeki eleştiriler değerlendirilmiştir. Yusuf
Ziya Eraslan Ankara’da kurulan Sağlık Muhabirleri Derneği’nin kuruluş nedeniyle
ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
- “Sizin
bu anlattığınız; özellikle sağlık muhabirlerinin örgütlenmesi başta olmak
üzere, hizmet içi eğitimi, tıbbi ön eğitim ve meslek ile ilgili bir sürü
süregelen sorunlar bizi (Ankara’daki) bu derneği kurmaya itti. Ben bu yanıtları
takip ettim, çok şaşırmadım. Belki burada da bir anket yapılsa 15 kişi arasında
sanırım aşağı yukarı aynı sonuçlar çıkar. Olaya şöyle bakmak lâzım: Bir kere
sağlık muhabirlerinin kendi arasında sorunları var. Mesleki sorunları var, bu
ayrı bir konu. Şimdi hemen hemen her gazetenin bir sağlık muhabiri var, bazı
gazetelerin iki sağlık muhabiri var, televizyonların da kâğıt üzerinde birer
sağlık muhabiri var. Anadolu Ajansı başta olmak üzere büyük ajansların sağlık
muhabiri ya da muhabirleri var. Fakat basın kuruluşları sağlık muhabirlerini
hangi kritere göre seçiyorlar bu çok önemli bir soru.”
Eraslan, Ankara’daki sağlık muhabirliğinin daha çok
eğitimsiz ya da tecrübesiz “çömezlerin işi” olarak görüldüğünü söyleyerek
şunları dile getirmiştir:
- “Benim
kişisel tespitim maalesef Türkiye’de sağlık muhabirliği mesleğe yeni başlayan,
acemilik dönemini atlatabileceği bir alana ihtiyacı olan arkadaşlara veriliyor.
Bu arkadaşların sağlık alanında pişmesi en az 2-3 yılı alıyor. Hocamın az önce
ifade ettiği gibi, tıbbi terimlerin öğrenilmesi, en azından nörolojinin ne
olduğu, ürolojinin ne olduğu bu ayrımları yapabilmesi için 2-3 yıla ihtiyacı
var. 2-3 yıl geçiyor diyorlar ki tamam sen muhabir oldun. Tabi ben bunları Ankara
için söylüyorum. “Seni artık Başbakanlığa kaydıralım sen artık iyi bir muhabir
oldun” deniliyor, 2-3 yıllık emek, birikim boşa gidiyor. Sonra başka bir
stajyer başlıyor. Ona veriliyor sağlık muhabirliği. Sağlık haberciliği belki
İstanbul’da da böyledir. Ben çok İstanbul için iddialı konuşmak istemiyorum ama
Ankara’da maalesef böyle. Daha çok çömezlerin uğraşı haline getirilen,
acemiliği atması için bebeğe oyuncak verirler oyalanması için böyle bir durum
var maalesef. Biz bu duruma şiddetle karşı çıkmak, en azından sağlık
muhabirleri arasında kaliteyi arttırmak ve basın kuruluşlarına “bu çok naif,
çok stratejik, çok önemli bir alan, bu alana çömezleri verme” açıkça bu mesajı
vermek için bu derneği kurduk.”
Derneği kurmadan Avrupa’daki uygulamaları da incelediklerini
belirten Eraslan şöyle konuşmuştur:
- “Avrupa’daki
gazeteleri inceledim, sağlık muhabiri görevlendirmek için birtakım kriterler
var. Meslekte en az 4-5 yılı doldurmak, mümkünse o ülkenin sarı basın kartı
sahibi olmak, okullu olmak vs. Ve en önemli kriter de haber merkezinin en iyisi
olmak. Biz de tam tersi. Yani Avrupa’daki gazetelerde haber merkezinin
içerisinde en iyi kimse onu sağlık muhabiri yapıyorlar, niye yaptıklarını
söyleyeyim. Avrupa’da bu işler Türkiye’deki gibi başıboş değil. Avrupa’daki
ülkeler bu işi hakikaten önemsiyorlar, yanlış ya da yalan haber varsa bunun çok
ağır yaptırımları var, dolayısıyla basın kuruluşları başlarının belaya
girmemesi için o alanı sağlam kişilerle dolduruyorlar. Avrupa’da en iyiler
sağlık muhabiridir, Türkiye’de Ankara için söyleyeyim stajyerler, yeni
başlayanlar sağlık muhabiridir. Biz bunun çok ağır, bu meslekten gelenler adına
söylüyorum tabi ki hekimler bunun sıkıntısını yaşıyor, herkes yaşıyor, halk
yaşıyor daha doğrusu. Ankara’da birçok meslek örgütü var, Parlamento
Muhabirleri Derneği var, Eğitim Muhabirleri Derneği var, Çevre Muhabirleri
Derneği var, Başbakanlık Muhabirleri Derneği var, Cumhurbaşkanlığı Muhabirleri
Derneği var fakat bir baktık ki Ankara’da Sağlık Muhabirleri Derneği yok. Bir
spor muhabirinin yazdığı bir haber yalansa eğer en fazla 3-5 kişiye zarar
verir. Bir parlamento muhabirinin yazdığı yalan haberse eğer çok az kişiye
zarar verir. Eğitimse biraz belki fazla verir ama eğer sağlık haberi yalansa,
yanlışsa, kasıtlıysa bu çok kişiye zarar verir. (…) Bunun yaptırımı yok. İş
tamamen vicdan ile ilgili ama sadece işi vicdana atıp da işin içinden çıkmamak lâzım.
Yani özetle bizim bu tarz sorunlarımız var.”
Sağlık muhabirliğinde uzmanlaşma sağlanamamasının bu alanı
“çömez işi” haline getirdiği tartışmasına Eraslan daha sonra şu örneği
vermiştir:
- “Mesela
üye kaydı yapıyoruz biz, yapıyorduk daha doğrusu. Mesela Sabah gazetesinin
muhabiri yeni başlamış bir sağlık muhabiri, bize diyorlar ki sağlık muhabirimiz
bu. Ben de onun sağlık muhabiri olduğunu kabul etmek durumundayım; yani
birtakım Kopenhag Kriterleri gibi kriterler koymak durumunda değiliz. Kabul
ediyorsun, üyelik başvurusu yapıyor, yönetim kabul ediyor, birkaç ay sonra yeni
biri geliyor. O arkadaşı ne yapacağız üyelikten mi atacağız? Yeni gelene mi
onun yerini vereceğiz? Böyle sıkıntılar var. (…)
“Ne yapılması gerektiği” noktasında da Eraslan, sağlık
haberciliğinin özel bir alan olduğuna ilişkin “kültürün” oluşması gerektiğine
işaret eden şu konuşmayı yapmıştır:
- “Benim
şahsi kanaatim, bu derneğin de genel düşüncesi, yayın kuruluşlarında bu anlamda
bir kültür oluşmalı. Yani sağlık haberciliği çok önemli bir haber alanıdır,
diğer habercilik alanlarından özel bir alandır. Bunu iddiayla söylüyorum, çok
özel bir alandır, çok önemli alandır. Bu kültürü yayın kuruluşlarının edinmesi lâzım.
Dolayısıyla sağlık muhabiri istihdamında bu kritere uyulması lâzım. Yeni
başlayan bir arkadaşı değil de gazetecilik alanında belirli bir birikime
erişmiş arkadaşların bu alanda görevlendirilmesi gerekiyor. Onun dışında bizim
belki dernek olarak, belki Sağlık Bakanlığı’nın, belki Türk Tabipleri
Birliği’nin belki diğer meslek örgütlerinin ortaklaşa yapmamız gereken birtakım
faaliyetler, etkinlikler olduğunu düşünüyorum. Bizim bu anlamda birtakım
projelerimiz de var. En azından hali hazırda görev yapan sağlık muhabirlerinin
bir ön eğitimden geçirilmesi gerektiğini ki bunu üzülerek söylüyorum daha
stetoskopun ne olduğunu bilmeyen sağlık muhabiri arkadaşlarımız var.
Tartışma daha sonra “sağlık muhabiri kimdir, kim değildir?”
sorusu ekseninde ilerlemiştir. Mustafa Sütlaş bu anlamda şunları söylemiştir:
- “Eskiden
gazetelerin haber merkezlerinde sağlık muhabiri adı altında sadece alanı sağlık
olan, sağlıkla ilgili haberlere giden, sağlıkla ilgili gelişmeleri takip eden,
sağlık ortamının da tanıdığı insanlar vardı. Bu insanlar sonra Sağlık Eğitim
Muhabirleri Derneği’nin çatısı altında birleştiler ve o tanımı esasında onlar
yapıyorlar. Bunların bir bölümü bir takım ortak kurslarla eğitim süreçlerinden
geçtiler ama Türkiye’de şu anda bir unvan olarak bu sağlık muhabiri diyebilen
bir mekanizma yok. İkincisi verili olan, kendine sağlık muhabiri diyen
insanların, bu tanımlamaları bu söylediğim çerçevede yapılmış tanımlar ama
onların içinde, gazeteleri de sayabilirim hangi gazeteler olduğunu, gazetenin
de bu sağlık muhabiridir dediği insanlar var ve bu insanlar öyle mesleğe yeni
başlayan insanlar değildir. Kalburüstü İstanbul Üniversitesi’nin 50 tane
öğretim üyesinin 20-25’inin tanıdığı insanlardır. Şimdi böyle bir şey yok ben
bilmiyorum. Anadolu Ajansı bunun dışında; yani sadece sağlıkla ilgilenen
muhabir istihdamı anlamında. Cumhuriyet’teki de resmi olarak öyle değildir,
arkadaşımız başka habere de gidiyor. (…)Bunun ölçütü şu esasında bana göre, o
alanın varsa bir örgütü o örgütlenmenin koyduğu kritere uygun insandır sağlık
muhabiri. Okulu yoksa, eğitimi yoksa, formel sertifikasyonu yoksa bunu o alanın
insanları tarif eder. İstanbul’daki derneğe yeni üye kaydetmiyorlar. Yok, çünkü
böyle bir şey… Sibel (Güneş) olsaydı bunun hikâyesini anlatsaydı size
ayrıntılarıyla. Ama bu sağlıkla ilgili
habercilik yok anlamına gelmiyor. Problemi yaratan kısım da orası. Bir de şu
var sağlıkla ilgili yayıncılığın içinde yıllardır emek harcayan insanlar var.
Mutlu (Sereli Kaan) gibi bu alanın örgütlerinin içindeki insanlar var. Bu
insanların bana göre bir sertifikasyona ihtiyacı yok çünkü onların yaptıkları
iş de, onlara dair kabul de, onların kendilerine dair yaptıkları tanımlamaları
da bu çerçevede, bunu ayrı tutmak lâzım. Birkaç tane de akademisyen var onları
da ayrı tutmak lâzım.”
İstanbul’daki derneğin “üye kaydetmediği” ifadesi üzerine
Eraslan, özetle, “Bizim kapımız ‘Ben sağlık muhabiriyim’ diyen herkese açık”
karşılığını vermiştir. ESAM’ın kurucularından Yalçın Yılmaz da şunları
söylemiştir:
- “Biz
1991 yılında eğitim ve sağlık muhabirleri adında derneği kurduk. İlk
dernekleşme, Gazeteciler Cemiyeti dışında ilk kurulan dernek. Bizden sonra
ekonomi muhabirleri kurdu, magazinciler kurdu, diğerleri kurdu. Biz kurulana
kadar cemiyet tarafından mesleki olarak Gazeteciler Cemiyeti dışında bir dernek
kurulmasına izin verilmiyordu. O zaman biz kurucu olarak görev alırken
Gazeteciler Cemiyeti’nden gizli yürüttük bu çalışmaları ve mesleki olarak
Gazeteciler Cemiyeti’nden atılma korkusuyla kurduk. Gazeteciler Cemiyetine
üyelik için bazı kriterler var, sarı basın kartı taşıyor olmanız gerekiyor.
Dolayısıyla gazeteciliğiniz tescillenmiş ve bir kuruma bağlı habercilik
yapıyorsunuz ve en az iki yıllık deneyimlisiniz demektir stajı saymazsak. Biz
de ESAM olarak Gazeteciler Cemiyeti’nin koyduğu kriterlere benzer, belli bir
süredir sağlık haberciliği yapmış, zaten haberlere giden kişiler olarak hep
aynı kişiler belli toplantılara gittiğimiz için, eğitimler düzenledik. Tabipler
odası, diş hekimleri odası, veteriner hekimler odası, Tarım Bakanlığı, Sağlık
Bakanlığı. Tabi sağlık muhabirlerinin sayısı çok az olduğu için eğitim
muhabirleriyle birlikte örgütlendik. Aslında çok da iyi yaptığımızı
düşünüyorum. Eğitim muhabirleriyle iç içe olmanın verdiği avantajlar açısından.
Üniversitelerle ilişkilerimizi geliştirme açısından, eğitim sistemini bilme
açısından, sağlık sistemini ve üniversite tıp fakültesi çevresini bilme
açısından çok daha diyalog içinde ve iyi bir sistem kurduk. Tabi ki Sağlık
Muhabirleri Derneği olarak biz üye kaydında belli kriterler arıyoruz. Yoksa
gelen herkesi çevirmek anlamında bir düşüncemiz hiç olmadı…”