4.6.Hedef Kitle ve Etki Araştırmaları

Medyadaki sağlık konulu yayınlar üzerine ilk lisansüstü tez çalışması Ferhunde Kırış’a aittir. “Televizyonda Yayınlanan Kısa Süreli Sağlık Eğitimi Programlarının Ankara’daki Gecekondu Kadınlarının Davranışlarına Etkisine İlişkin Bazı Faktörler” başlıklı yüksek lisans çalışmasında Kırış (1988), TRT tarafından yayımlanan kısa süreli sağlık eğitimi programlarının yaşları 15-54 arasında değişen 146 kadın üzerindeki etkilerini demografik değişkenlerle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmıştır. Bulgulara göre yaş, eğitim düzeyi ve kentte yaşam süresi değişkenlerinin etki üzerinde anlamlı bir rolü olduğu ortaya konulmuştur.

Erdoğan’ın (2002) Toplum ve Hekim dergisinde yayımlanan makalesinde “medyanın tıp ve sağlık haberleri doğal olarak bilinçlerde belli izler bırakır” demektedir. Örneğin yapılan araştırmada yaşları 19-22 arasında değişen 100 kişiye “Televizyonda bazen tıp bilimi ile ilgili haberler verilmektedir. Bu haberlerden aklınızda kalanlar var mı? Varsa bunlar neler?” diye sorulmuştur. Cevap verenlerin %10’u “Hiç” ifadesiyle hiçbir haberi, %80’i de birden fazla haberi hatırlayamamıştır. En çok hatırlananlar diyet, sağlıklı beslenme ve zayıflama konulu haberlerdir ve bu haberlerde manken vücutları sergilenmektedir. En fazla hatırlanan ikinci haber konusu selülit, estetik cerrahi, silikon, yağları yok etme gibi kadınların güzellikleriyle ilgilidir. Bunları saç dökülmesi/ kelliğe mucize ilaç ve meşhurların hastalıklarıyla ilgili haberler ve mucize tedaviler izlemektedir. Araştırmanın medya içeriklerine dayalı bölümü de gazetelerdeki konularla televizyonlardaki konuların farklı olmadığı ifade edilmektedir. Milliyet, Hürriyet, Sabah ve Cumhuriyet gazetelerinin kasım (2002) ayındaki bir haftalık içerikleri incelendiğinde hiçbir gazetenin birinci sayfasında tıpla ilgili herhangi bir habere rastlanmamıştır. Bu tür haberler iç sayfalarda yer bulmuştur. Hürriyet’te 16, Cumhuriyet’te 12, Sabah’ta 4 ve Milliyet’te 3 haber yayımlanmıştır. Yayımlanan haberlerin konuları ise AIDS, alerji, kalp sağlığı ve grip, içki ve kanser bağı, diyabet, organ nakli, cinsellik, robotlu ameliyat, hormon tedavisi, tüp bebek, ilk suda doğum, kilo verme, sigorta ve sağlık, kronik hastaların oruç tutması gibi çeşitli konuları içermektedir.
Erdoğan (2002) makalesinde, bu durum karşısında medyanın bu tür haberleri neden verdiğini ve neden “diğer” konuları ele almadığını sorgulamaktadır. Erdoğan’ın yanıtı, makalenin de konusunu oluşturan “tekelleşme”dir. Çünkü Erdoğan’a göre medya, akademik dünyadaki egemen yönelimi yansıtır bir şekilde bilinçli veya farkında olmadan yanlış nedensellik bağları kurar ve bu bağları yayar:
-   Örneğin Türkiye’de doğumda veya doğumdan sonra bebek ölümleri halkın cahilliği ile ilişkilendirilir. Hastalıkların olması ve yayılması gene halkın cehaletine bağlanır. Eğer halk cahil olmasa sanki bütün hastalıklar ortadan kalkacak gibi bir gerçek-imajı yaratılır. Hastalıkların çoğunun fukara kitleler arasında olmasının nedeni onların cahil, okumamış olması değil, hastalık koşullarının o insanların yaşadığı ve çalıştığı çevrelerde yaratılmış olmasındandır. Sorun cehaletten kaynaklanmıyor, hastalıkların ve tedavilerin bilinçli üretim ve dağıtımdan kaynaklanıyor. Hastalıkların ve hizmetlerin dağılımında sınıfsal farklılıkların yanında cinsel farklılıklar da kadının veya erkeğin doğasından kaynaklanmamaktadır. Bunlar asla medyada sunulamaz (Erdoğan, 2002).

Erdoğan’a (2002) göre medya içerikleri, yeni ilaçlar ve yeni tedaviler üzerinde toplanmaktadır. Bunlarla sağlık politikaları ve sağlık hizmetleri verme ve sağlık hizmeti alma konusu bir kenara itilmekte; ilaç kullanma ve mucize tedavilere indirgenmektedir. Mevcut içerikler, kozmetik endüstrilerin reklamı gibi işlev görmektedir. Medya bu bağlamlarda bir kültür oluşturmaktadır. İzleyiciler üzerinde belli imajlar, tutumlar, görüşler, “bilgiler” yaratmaktadır. Öte yandan tıp alanında tekelleşme tıpla ilgili her tür endüstriyel yapılarda devam etmektedir. Uluslararası ilaç firmalarının dünyadaki pazar egemenliği, ilaç satan firmaların doğrudan doktorlarla “promosyon ve halkla ilişkiler” yapması ve hatta dev eczane firmalarının dükkânlarını diğer ülkelere açmasını beraberinde getirmiştir. Bu durum küreselleşmenin de doğal bir sonucudur. Bu sırada fiyat politikaları asla soruşturulmamaktadır; insanların ilaç gereksinimlerini nasıl giderdikleri bazen birkaç duygusal bireysel öykülemeyle geçiştirilmektedir.
 “Türkiye’de Gazetecilik ve Bilim İletişimi” adlı kitabında da Erdoğan (2007:107) “bilimle ilgili sunumlar genellikle en sansasyonel, yeni, ilgi çekici, özel, etkileyici, kolay ulaşılabilir tarifleri, kullanımları ve tüketimleri işler” demektedir.
-   “Cilt sağlığı, diyet/zayıflama ve yaşlanma etkilerine karşı önerilen yöntemler ise abartılı bir şekilde gerçeklerden uzak sunulur. Kanser gibi tedavisi güç ve uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklar için sunulan önerilerle her yönteme umutla sarılan hastalara umut dağıtılır. Sadece hasta olanlara değil sağlıklı insanlara ve toplumun her kesimine hitap eden reçeteler verilir (Erdoğan, 2007:105)”

Erdoğan basında işlenen konular kadar işlenmeyen konulara da dikkati çekmekte ve şöyle sormaktadır:
“Neden anlamlı bir şekilde hasta ve doktor, hasta ve hemşire ilişkileri, sağlık hizmetlerinin kullanım şekilleri, koruyucu sağlık davranışları, kronik hastalıkların yönetimi gibi konular işlenmiyor? Neden tıp ve ilgili endüstrilerin iş yapış biçimi, araştırma ve geliştirmedeki yönelimleri ve yapısal ilişkiler ele alınmıyor? (…) Neden özellikle kadınlara yönelik ‘psikiyatriste gitme’ televizyon programlarında ve diğer medyada körükleniyor da psikolojik dengesizlik özellikle endüstriyel yapılar dışına taşınıp özellikle aile ilişkileri ve genel kültürel yapıyla ve artık oldukça arkaik davranış psikolojisiyle ilişkilendiriliyor? Neden bu tür sunumlarla ‘küresel Pazar için gerekli işlevsel formlar’ akademik dünyada ve medya dünyasında yeniden üretiliyor? Neden ekonomik ve çalışma koşulları sorun yaratıcı olarak ele alınmıyor? Medya bu tür sunumlarla hangi çıkarlara ve neden hizmet ediyor? (…) Bu yanlış yönlendirici tartışmalar sürdürülürken insanlar bakımsızlıktan, tedavi görememekten, hastaneye kabul edilmemekten, hastanede kötü muameleden, hatta ziyaretçi olarak gittikleri hastaneden hastalık kapmaya devam edecekler. Neden bunlar haber olmayacak? (Erdoğan, 2007:107-107)?”

Daha birçok konu ve soruyu gündeme taşıyan Erdoğan (2007:109) sorunun cehaletten kaynaklanmadığını “cehaletin ve tedavilerin bilinçli üretim ve dağıtımından kaynaklandığını belirtmekte ve “örgütlü çıkar yapılarına” işaret etmektedir.
İnternetteki sağlık sitelerinin kalp damar hastalarının bilgi düzeylerini etkilerine eğilen Tülay Şeker Bektaş’ın (2004) doktora tezinde “Bilgi açığı” kuramından hareketle sağlık sitelerini kullanan hastalarla kullanmayanlar arasındaki bilgi farklılıklarını ortaya koymayı amaçlamıştır. Bu doğrultuda kota örneklemesiyle düşük ve yüksek eğitimli olarak belirlenen gruplar üzerine anket uygulaması gerçekleştirmiştir. Konya’da bulunan kalp ve damar rahatsızlığı olan yaklaşık olarak eşit sayıdaki kadın (%49,4) ve erkekle (%50,6) görüşülerek 88 soru yöneltilmiştir. 499 kişiden alınan yanıtlar çerçevesinde yapılan analizde elde edilen bulgular şöyle özetlenmiştir:
-   “Analiz sonunda, eğitim değişkeninin hastaların bilgi düzeyleri üzerinde önemli bir rolü (p=.004) olduğu, eğitim düzeyi yükseldikçe bilgi düzeyinin arttığı ortaya çıkmıştır. Sağlık siteleri kullanımı ise anlamlılık değeri (p=.000) itibariyle bilgi düzeylerini eğitimden daha fazla etkilemektedir. Modelde yer alan sosyo-ekonomik (cinsiyet, gelir, yaş ve meslek) değişkenlerin bilgi düzeyleri üzerine herhangi bir etkisi yoktur. Bağımsız değişkenlerinin birbiriyle etkileşiminin bilgi düzeyine etkisiyle ilgili sonuçlar, eğitim ve sağlık sitesi kullanımı değişkenlerinin bilgi düzeyleri üzerinde anlamlı bir etkisinin bulunduğu şeklindedir. Sosyo-ekonomik değişkenlerin sağlık sitesi değişkeniyle etkileşiminin ise bilgi düzeyleri üzerine etkisi bulunmamaktadır. Bu modelde kişisel özelliklerden ve sağlık sitesi kullanımından oluşan bağımsız değişkenlerin bağımlı değişken olan bilgi düzeylerini açıklama oranı % 76.6’dır. Yani, bilgi düzeylerindeki değişimin % 76.6’sı eğitim ve sağlık sitesi kullanımı değişkenleri tarafından açıklanmaktadır. Daha sonra bilgi farklılıklarının daha çok hangi alt gruplarda ortaya çıktığını saptamak için eğitim ve sağlık sitesi kullanımı değişkenlerine ait çoklu karşılaştırma tabloları çıkarılmıştır. Tablolardan elde edilen sonuçlar, eğitim düzeyleri yükseldikçe bilgi düzeylerinin de yükseldiğini ortaya koymuştur. Üniversite ve lisansüstü eğitim düzeyleri dışında bütün eğitim grupları arasında bilgi farklılıkları bulunduğu ortaya çıkmıştır. Sağlık sitesi kullanımıyla ilgili çoklu karşılaştırma tablosu ise, bilgi sorularından en yüksek puanları sağlık sitesinden sık sık yararlanan hastaların elde ettiğini göstermektedir. Bilgi düzeyleri sıralamasında sağlık sitelerinden haberim var, tesadüfen girdim seçeneğini işaretleyen hastalar ikinci sıradadır. Sağlık sitelerinden haberi olduğu halde girmeyen ve sitelerden haberi olmayan hastaların bilgi düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır (Bektaş, 2004:194).”

Sonuç olarak çalışmada İnternet üzerinden hizmet veren sağlık sitelerinin kullanımına bağlı olarak kalp damar hastaları arasında bilgi açığı oluştuğu şeklindeki temel varsayım doğrulanmıştır.
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) Cem İncesu yönetimindeki proje ekibince yürütülen “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Alanında Ulusal ve Yerel Medya Yoluyla Savunuculuk” projesi kapsamında hazırlanan “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması 2006” raporunda, Türkiye genelinde kent nüfusunu temsilen çok aşamalı tesadüfi örneklem yoluyla, 20 ilden 1.537 kişilik örneklemle Temmuz-Ağustos 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilen saha çalışmasının “Cinsellik ve Medya” bölümü dikkat çekicidir. Katılımcılardan son bir yıl içinde cinsel sağlık/üreme sağlığıyla ilgili medyada yer alan yayınlara odaklanmaları ve medyada bu konuda dikkatlerini çeken haberleri nerede gördüklerini/izledikleri belirtmeleri istenmiştir. Genel bulgulara göre televizyondaki sağlık programları başı çekerken (%41), ikinci sırada kadın programları (%23), üçüncü sırada da gazetelerdeki köşe yazıları, makaleler (%22) gelmektedir. Bu konuyu medyadan takip etmediğini söyleyenlerin oranı da %34’dür. Cinsel sağlık/üreme sağlığı konulu medya içeriklerini takip etme durumuna ilişkin sorularda, bu konuları gazete ya da eklerinde okuduğunu söyleyenlerin oranı %44,5, dergilerde okuyanların oranı %31,6, televizyonda izleyenlerin oranı %48,8, radyoda dinleyenlerin oranı %16, İnternette takip edenlerin oranı da %18,1 olarak belirlenmiştir. Bir başka soruda medyaya güven düzeyi ölçülmüştür. Katılımcıların %39’u “Bu konuyu medyadan takip etmiyorum/bu konuda medyaya güvenmiyorum” derken, %32’si televizyondaki sağlık programlarını güvenilir bulduğunu belirtmiştir. İkinci sırada güvenilir bulunan %7’lik oranla kadın programları ardından da %6’lık oranla İnternet üzerinden erişilen yazılar ve aynı oranda olmak üzere gazetelerdeki köşe yazıları ve makaleler gelmektedir. “Medyadan edinilen bilgileri hiçbir şart altında ciddiye almam” diyenlerin oranı %30,4’tür. %30,5’lik orandaki katılımcı ise “daha ileri bilgi için bir doktora/hekime/sağlık kuruluşuna danışırım” demektedir. Katılımcıların %18,4’ü “Konunun mahiyetine göre yeterli bulup uygulayabilirim” şeklinde yanıt vermiştir. Katılımcılara “medyadan edindikleri bilgi üzerine bir sağlık kuruluşuna ya da hekime başvurup başvurmadıkları” da sorulmuştur. Bu soruya “Evet, başvurdum” yanıtını verenlerin oranı %6’dır. En çok hangi konuların ilgi ve dikkat çektiğine ilişkin soruya ait bulgular da cinsiyete göre önemli oranda değişmekle birlikte, genel olarak “evlilik ve kadın-erkek ilişkilerinde yaşanabilecek sorunlar (%32)”, “cinsel ilişkide yaşanabilecek sorunlar (%31)” ve “cinsel yolla bulaşan hastalıklar (%31)” şeklinde öne çıkmaktadır (İncesu vd., 2006).
Müge Demir’in (2008) “Yazılı Basında Yayınlanan Sağlık Haberlerinin Kamuoyuna Etkisi” başlıklı doktora tezinde, sağlıkla ilgili haberlerin üretim süreci üzerinde durularak etik anlamda bir değerlendirmeye gidilmekte ve bilgi kirlenmesine dikkat çekilmektedir. Çalışmada basının sağlık haberlerini sunumu Posta, Akşam, Hürriyet ve Sabah olmak üzere 4 yaygın ve bir bölgesel (Yeni Asır) gazetenin 1- 31 Mayıs 2006 tarihleri arasındaki sağlık haberleri içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Çalışmada bahar aylarının başlamasıyla birlikte daha çok kadın okurlara yönelik diyet haberlerinin öne çıktığı ifade edilmektedir. Demir (2008), kitle iletişimi ile ilgili etik ilkelerin haber üretiminde kasıtlı biçimlendirmenin önüne geçemediğini ve sağlık haberlerinde etik ihlallerinin önüne geçilebilmesi amacıyla bir özdenetim mekanizmasının kurulmasının gerekliliğini ifade etmiştir. Demir, tez çalışmasını daha sonra “Sağlık Haberleri ve Medya Gerçeği” başlığı ile 2010 yılında kitaplaştırmıştır.
Yine aynı enstitüde yine Oğuzhan Kavaklı’nın danışmanlığında hazırlanan ve benzer bir adı taşıyan ikinci tez ise Seçil Utma’ya aittir. “Yazılı Basında Sağlık Haberleri ve Kamuoyuna Etkisi” başlıklı yüksek lisans tezinde Utma (2010), sağlık haberlerinin bilgilendirme potansiyeli ve sunum biçimini ortaya koymayı amaçlamıştır. Çalışmanın uygulamasında Türk basınını temsilen seçilen Posta, Hürriyet, Milliyet, Bugün, Yeni Asır, Sabah, Gazetem Ege ve Star gazetelerinden oluşan toplam 8 gazetede, 16 Şubat- 17 Mart 2009 tarihleri arasında yayımlanan 1108 sağlık haberi; haberlerin dağılımı, metinlerin kimler tarafından oluşturulduğu, en fazla hangi konuların haber yapıldığı, gazetelerin sağlık gündemini belirleyip belirleyemediği, haber unsurlarının abartılı verilip verilmediği gibi açılardan incelenmiştir. Bulgulara göre haber kaynaklarının %7,1’i belirsizdir. %54,9’u ise “bilim adamı ya da uzmanlar” şeklinde tanımlanmaktadır (Utma, 2010:254).
Yasin Bulduklu (2010a) tarafından hazırlanan “Televizyonda Yayınlanan Sağlık Programları ve İzleyicileri Üzerine Ampirik Bir Çalışma” başlıklı doktora tezinde televizyonda yayınlanan sağlık programlarının kimler tarafından hangi ihtiyacı karşılamak amacıyla, hangi motivasyonla izlendiği kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde sorgulanmıştır. Bu doğrultuda çalışmada ilk aşamada sağlık programlarının hangi konuları, hangi amaçla, ne şekilde gündeme getirdiğinin belirlenebilmesi amacıyla izleme periyodu olarak belirlenen 1 Mart- 31 Ağustos 2008 tarihleri arasında TRT 2 kanalında yayınlanan “Reçete”, CNN Türk’te yayınlanan “Yaşama Sevinci” ve Habertürk’te yayınlanan “Medikal” programlarından tesadüfi örneklem ile seçilen 100 “birim” program içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Bu aşamada sağlık programlarının temel amacının toplumsal sağlık eğitimi ve sağlığın geliştirilmesi olduğu, toplumsal bilinci artırıcı iletilere yer verildiği, konuya ilgi çekmek amacıyla korku ve kaygı yaratıcı ifadelerin sıkça kullanıldığı ve katılan uzman hekimlerin büyük çoğunluğunun özel mülkiyete ait sağlık kuruluşlarından davet edildiği ortaya konmuştur. Çalışmanın ikinci aşamasında ise sağlık programları izleyicilerinin izleme motivasyonlarını saptamak amacıyla Konya ilinde yaşayan 763 kişiyle yüz yüze görüşme tekniğiyle anket gerçekleştirilmiştir. Bulgular, programlarda sağlık konusunda toplumsal bilinci arttırıcı iletilere yer verildiğini ortaya koymuştur. Sağlık programı izleyicilerinin bu programları enformasyon-farkındalık (%16.20), destek bulma ve özdeşleştirme (%11.60), sosyal aktivite ve alışkanlık (%9.73), paylaşma ve güven (%8.64) motivasyonları ile izlediği tanımlanmıştır. Program içeriklerine ilişkin dikkat çekici diğer bulgular ise konuya ilgi çekmek amacıyla korku ve kaygı yaratıcı ifadelerin sıklıkla kullanılması ve programlara konuk olarak katılan doktorların büyük çoğunluğunun özel sağlık kuruluşuna mensup olmasıdır. Bulduklu (2010a), izleyicilerin sağlık programlarını izleme motivasyonlarında en yüksek düzeyde enformasyon/ farkındalık ve destek arama/ özdeşleştirme olduğunu belirtmektedir.
Koçak ve Bulduklu’nun  (2010)  “Sağlık İletişimi: Yaşlıların Televizyonda Yayınlanan Sağlık Programlarını İzleme Motivasyonları” başlıklı makalede 2010 yılı içinde Konya’da yaşayan, 50 yaşından büyük ve tesadüfi olarak seçilen toplam 306 kişiyle yüz yüze görüşme tekniğiyle veri toplanmıştır. Televizyonda yayınlanan sağlık programlarının izlenme motivasyonlarını ortaya koymayı amaçlayan ölçek, yaşlıların beş temel nedenle bu programları izlediklerini göstermektedir. Bu faktörler; enformasyon, destek/paylaşma, farkındalık, alışkanlık ve kişisel faydadır. Bu beş faktör yaşlıların sağlık programlarını izleme motivasyonlarının % 52,3’ünü açıklamaktadır.  Öncelikle sağlıkla ilgili gelişmeler, tıptaki son yenilikler hakkında bilgi sahibi olmak ve sağlık risklerinden haberdar olmak gereksinimiyle sağlık programlarının izlendiği görülmektedir. Bunu özellikle rahatsızlığı olan bireylerin kendi durumlarında olan diğer bireyleri görüp moral destek bulma gereksinimleri takip etmektedir. Kişilerin kendi sağlığının öneminin farkına varmalarını sağlaması açısından da bu programlar önemli görülmektedir. Bir alışkanlık olarak izlendiği düşünülse de bu programlardan elde edilen bilgilerin kişisel fayda için kullanılması, kişilerin yaşam kalitesini arttırmasına yardımcı olduğu kaydedilmektedir.
Temmuz Gönç Şavran (2010) “Toplumsal Eşitsizlikler ve Sağlık: Eskişehir’de Sosyolojik Bir Araştırma” başlığını taşıyan doktora tezinde, 2009-2010 yılları arasında Eskişehir’de yapılan bir alan araştırmasının verilerine dayanarak algılanan sağlık statüsünün ve sağlığa ilişkin ilgi, tutum ve davranışların sosyal ve ekonomik statüye göre farklılaşıp farklılaşmadığının, farklılaşıyorsa ne şekilde farklılaştığını incelemiştir. Çalışmada problemin tanımlanması aşamasında sağlık ve hastalık sosyolojisinin teorik kökenleri ve gelişimi, sağlıkta sosyal ve ekonomik statüye dayalı eşitsizlikler, sağlık sistemi ve politik bağlamı üzerinde ayrıntılarıyla durulmuştur. Çalışmada doğrudan “medya ve sağlık” konusuna odaklanılmasa da toplumsal anlamda bu ilişkiye değinilmektedir.
Nicel yöntemi izleyen araştırmanın verileri 229 yapılandırılmış görüşme ve 126 anketle toplanarak çözümlenmiş, 6 derinlemesine görüşme ve 2 odak grup görüşmesiyle desteklenmiştir (Şavran, 2010:iii). Bulgular arasından bu projeyle de ilişkili olduğu düşünülen şu noktalara işaret edilebilir: Örneklem genelinin %42,1’i sağlıkla ilgili bilgilerini televizyondan, %16’sı kendi gittiği doktordan , %14,6’sı İnternetten, %5,4’ü dergilerdeki sağlıkla ilgili makalelerden, %4,9’u akrabalardan ve %4,3’ü komşulardan öğrendiğini belirtmiştir (Şavran, 2010:265).  Şavran’ın ifadesine göre bulgular; sağlığın ve hastalığın tanımlanma biçimi, sağlık bilgisinin elde edildiği kaynak, sağlık kurumlarına başvurma ölçütü, geçirilen gebelik sayısı, doğumdan önce sağlık bakımı alma ve doğumu hastanede yapma oranları gelire, eğitime ve yaşanan yere göre anlamlı bir farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. Algılanan sağlık statüsü ve doktor muayenesinden utanma tutumu gelire, eğitime, yaşanan yere ve cinsiyete göre anlamlı bir farklılık göstermektedir. Hastanelerin tek çatı altında birleştirilmesine ve Türkiye'deki sağlık hizmetlerinin yeterliliğine ilişkin değerlendirmeler ile sağlık personelinin davranışlarından duyulan memnuniyet düzeyi de gelir ve eğitim düzeyine göre anlamlı bir farklılık göstermektedir (Şavran, 2010:iii-iv).
RTÜK’ün 2010 yılı Nisan ve Mayıs aylarında, Türkiye genelini temsilen 21 il ve 118 ilçede 18 yaş ve üzeri 2523 kadın örneklemle gerçekleştirilen “Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması-2[1]” bulgularına göre de kadınların en çok izlediği program Kanal D’de yayımlanan “Doktorum” olarak belirlenmiştir (%18). Ardından televizyon dizileri onu izlemiştir. Doktorum programını izleyenler arasında 45-59 yaş grubunun öne çıktığı görülmektedir (%24). Programı, eğitim düzeyi düşük olanların izleme oranı %20,6; orta eğitimlilerin izleme oranı %18,4 ve yüksek eğitimlilerin izleme oranı da %11,7’dir. Meslek gruplarına bakıldığında programı izleyenlerin %21,6’sının ev hanımı, öğrenci, emekli olduğu; %12’sinin ücretsiz aile işçisi olduğu; %12,8’inin de esnaf, sanatkâr, işçi, memur olduğu anlaşılmaktadır. Doktorum programının beğenilme nedenleri ise “bilgilendirici/eğitici, sağlık konularını içeriyor, yararlı olduğu için” şeklinde tanımlanmıştır.
“Tüketicilerin Beslenme Bilgilerine Erişmede Kullandıkları Kitle İletişim Araçları” üzerine gerçekleştirdikleri araştırmada Aktaş ve Cebirbay (2011), Konya’da yaşayan 21-60 yaş arasındaki 272 erkek ve 303 kadın toplam 575 “tüketicinin” Kasım 2010-Ocak 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen ankete verdikleri yanıtlar değerlendirilmiştir. Bulgular ankete katılanların %29,1’inin ilk tercihinin televizyon, ikinci tercihin %25,7’lik oranla gazete ve dergiler, üçüncü tercihin %23’le radyo ve dördüncü tercihin de %22,1’le İnternet olduğunu ortaya koymuştur. Katılımcıların %52,5’i medyadaki beslenme bilgilerini “günlük ve haftalık olarak” takip ettiklerini; %64’ü bu yayınları “sağlıklarını korumak için” takip ettiklerini; %52,4’ü “yemek tarihi” ve %58,8’i “besin güvenliği” konusunda aldıkları bilgileri uyguladıklarını; %64,9’u bilgileri “anlaşılır” bulduğunu; %63,3’ü de “bilimsel” olarak değerlendirdiklerini söylemişlerdir. Çalışmanın sonunda araştırmacılar beslenme ile ilgili medyada çıkan bilgilerin anlaşılır ve bilimsel olma özelliklerinin arttırılması gerektiği sonucuna ulaşmışlar, eğitim kurumlarının “beslenme eğitimi” konusunda çalışmalara öncelik vermeleri ve bu alanda geniş katılımlı işbirliğine gidilmesi yolunda öneride bulunmuşlardır  (Aktaş ve Cebirbay, 2011:47).
Bir başka mecra ise “sosyal medya”dır. Giderek gelişen İnternet ve sosyal medya uygulamaları tıp alanında da büyük bir değişim yaratma yolunda ilerlemektedir. “Tedavi yöntemleri üzerine tartışan, bir tıklamayla en güncel tıbbi bilgilere ulaşabilen doktorlar, kendilerine reçete edilen ilacı ve tedavi yöntemlerini İnternette araştıran, forumlarda diğer kullanıcıların görüşlerini alan hastalar, yepyeni bir tanıtım ve kullanıcılarla interaksiyon mecrası ile karşı karşıya kalan ilaç endüstrisi, sundukları hizmetleri ve tedavi olanaklarını paylaşan hastaneler ve hatta çevrimiçi dünyada yerlerini alan ilaç otoriteleri 21. Yüzyıla şimdiden damgasını vuran bu teknoloji devriminin başrol oyuncuları olarak geleceğin tıp dünyasını bugünden şekillendirmeye başlamışlardır (Adalığ, 2011:9)”




[1] “Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması -2” (T.y.). 10 Ocak 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=5d3ed3d5-80af-4434-81dc-43a16f9f595d