Sağlık eğitimi genel olarak; kişilerin kendi sağlıklarını
nasıl koruyabilecekleri ve sağlık hizmetlerini uygun bir biçimde nasıl
kullanabilecekleri konusunda bilgilendirilmeleri, olumlu davranışlar
kazandırılmaları için yapılan planlı çabaları içermektedir. Sağlık eğitimi aynı
zamanda kişilere, kendi sağlıklarından sorumlu oldukları bilincini de sağlamayı
amaçlamaktadır (Soyluoğlu, T.y.).
Sağlık iletişiminde başarının anahtar unsurlarından birini de
sağlık bilgisinin okunabilmesi, anlaşılabilmesi ve verilen tedavi
talimatlarının uygulanabilmesi yeteneğini içinde barındıran “sağlık
okuryazarlığı” oluşturur (Bulduklu, 2010a:122). “Sağlık okuryazarlığı (health
literacy)” kavramı ilk kez 1974 yılında “Health Literacy as Social Policy
(Sosyal Politika Olarak Sağlık Okuryazarlığı)” başlıklı çalışmada
tanımlanmıştır (Bulduklu, 2010a:112).
Okay (2011:51) sağlık okuryazarlığının bireyin uygun sağlık
kararları alabilmek için temel sağlık enformasyonlarını ve hizmetlerini edinme,
işleme ve anlama kapasitesinin derecesiyle ilgili olduğunu belirtmektedir. Bir
ilaç prospektüsünü okumak ve en azından ilacın nasıl kullanılacağını anlamak,
hekimin ilaçla ilgili verdiği talimatları ya da medyada okuduğu bir sağlık
haberinin gerçekliği gibi noktalar sağlık okuryazarlığı içinde
değerlendirilmektedir. Sezgin (2011a:141) de sağlık okuyazarlığını özetle
“bireylerin kendileri ve toplum sağlığı ile ilgili karar ve davranışlarını
yönlendirebilecek, temel sağlık bilgisi ve hizmetleri konusunda bilgi
birikimleri, bu bilgilere erişimleri, erişilen bilgiyi anlamaları, kullanmaları
ve nesilden nesle aktarmaları” olarak tanımlamaktadır.
Weiss’in ifadesine göre (Akt.: Bulduklu, 2010a:124) toplumda
yüksek sağlık okuryazarlığı yeteneğine sahip kişiler, sağlık geliştirme ve
sağlık bilgisini aramakta da isteklidirler. Şikâyetlerini anlatırken
öğrendikleri tıbbi terminolojiye ait terimleri kullanarak özgüvenlerini
artırmakta, kendilerini daha rahat ifade edebilmektedirler. Düşük seviyedekiler
şikâyet anlatımında eksik sağlık bilgisi nedeniyle utanma ve ayıplanma
korkusuyla kendi durumlarını ortaya koyucu açık ifadeler kullanamamaktadırlar.
Hastalara verilen bilgi ve talimatların uygulanmasında da aynı türde sıkıntılar
dikkati çekmektedir. Sağlık okuryazarlığının düşüklüğü, kronik bir hastalığı
anlatma ve tedavi talimatlarını uygulama anlamında sıkıntı yaratmaktadır. Bu da
kronik bakım hizmetlerinde ciddi sorunlara neden olmakta, hastalığın yayılımı,
diğer yaşamsal işlevlerde hızlı gerileme ve bozulmaya yol açmaktadır.
Sağlık okuryazarlığının artırılması, sağlık bilgisinin
başarılı bir şekilde yayılması, bu bilgiyle karşılaşan bireylerin
erişebildikleri sağlık bilgisini yorumlayabilme yetenekleri stratejik açıdan
önemlidir (Bulduklu, 2010a:127).
Sağlık okuryazarlığında belki de en önemli nokta; iletişim
hangi yönde olursa olsun, iletişim mesajının “karşı tarafın anlaşabileceği
şekilde kodlanması”dır. İletiler hedef kitlenin anlayabileceği şekilde, onların
bilgi gereksinimlerini karşılayacak içerik ve biçimde kodlanırsa ancak istendik
etki sağlanabilecektir. Bunun ilk koşulu da hedef kitlenin mevcut durumunun iyi
analiz edilmesinde gizlidir. Bu yüzden özellikle sağlık iletişimi
kampanyalarında öne çıkan unsurlardan biri de hedef kitle analizidir. Sağlık
iletişiminin “hedef” kişilerini Thomas (Akt.: Bulduklu, 2010a:130-132) altı
kategoride sınıflandırmaktadır: (1) Tüketici, (2) Müşteri, (3) Sağlık
hizmetinin alıcısı, (4) Hasta, (5) Sağlık bakım hizmetlerinin üyesi, (6) Son kullanıcı.
Ancak sağlık konulu yayıncılığa odaklanılan bu çalışmada ise
hedef kitle, sağlık iletişiminin yukarıda sıralanan kategorilerinin tümünü de
içine alan kitle iletişiminin hedefi konumundaki tüm kişileri kapsamaktadır.
Başka bir deyişle, sağlık iletişiminin medya ile sağlık hizmeti verenlerle bu
hizmetten yararlanan ya da yararlanmayan kamuoyunun tüm kesimlerini kapsayan
boyutlarına odaklanmaktadır.
Sağlık okuryazarlığına medya içerikleri bağlamında
yaklaşıldığında literatürde “medya içeriklerinin kamuoyu tarafından nasıl
okunması ya da anlaşılması” gerektiği üzerine kimi görüşlerden söz edilebilir.
Bu konudaki yazıları daha çok medyadaki sağlık konulu içerikleri değerlendiren
ve eleştiren yazılarla kamuoyunun sağlık konulu içerikleri okumaları sırasında
ne yapmaları gerektiğine ilişkin yazılar çerçevesinde değerlendirmek mümkündür.
Söz konusu eleştirilere ilişkin yazı ve açıklamaları daha önceki bölümlerden
hatırlayacaksınız. Ancak ikinci kısma ilişkin şu örnek anlatımlara dikkat
çekilebilir:
Sütlaş (2007a: 297-299) “Okurlar için sağlık haberleri
rehberi” başlığı altındaki bir yazısında şöyle demektedir:
- “Okur
ya da izleyenin sağlık tıpla ilgili bir haber ya da yayınla karşılaştığında
kendisine soracağı ilk soru “bu yazı neden ya da kimin için yazılmış”, “bu
yayın neden ya da kimin için yapılıyor” olmalıdır. Bu soru haberi ya da yayını
çözümleme noktasında en kritik sorudur. Eğer bu soruya verilen yanıt okurun o
ana ya da genel herhangi bir gereksinmesini karşılıyorsa bu haber, yazı ya da
yayın önemlidir ve okunmalıdır. (…) İkinci önemli soru “söyleyen ve aktarının
kim olduğu”dur. (…) Genel olarak bilgiyi veren ve aktaran kişinin sağlık-tıp
alanıyla ilgisi aranmalı ve uzmanlığı sorgulanmalı, asıl faaliyet alanı olarak
neler yaptığı çok iyi irdelenmelidir. Okur ve izleyici açısından üçüncü önemli
nokta anlatılan ve aktarılanın “ne olduğu ve doğrulanmasının olanaklı olup
olmadığı”dır. (…) Eğer bu unsurlar açık değilse, söylenenler ve aktarılanlar en
azından kuşkuyla karşılanmalı, doğru olduğu hemen ve ilk anda kabul
edilmemelidir. (…) Eğer basit, anlaşılabilir ve kolay algılanabilir bir şekilde
anlatılıyorsa –genel olarak- bu kişiye ve erdiği bilgilerin doğruluğuna
inanılabilir. Ama yalnız “güzel, heyecanlı ve tumturaklı konuşan, herkese ve
her kesime atıp tutan, başkalarının yanlış, kendisinin doğru olduğunu her
fırsatta vurgulayarak kendisini öne çıkaran ve bilgisinin ne kadar çok olduğunu
ortaya koyan kişilerin” söylediklerine ne inanmalı ne de güvenilmelidir. (…)
Sağlık ve tıpla ilgili bir haber ya da yayında okur ve izleyicinin kendisine
sorması gereken son soru “ben bu aktarılandan ne öğrendim” sorusu olmalıdır.
Bunu tamamlayan bir unsur da bu yayından yola çıkarak “kendisi, çevresi veya
toplum için bir şey yapmalı mıyım, bana bir görev düşüyor mu” sorusuna yanıt
vermektir”.
Müftüoğlu demektedir ki (2009),
- Sağlığınızla
ilgili bilgileri okurken, sağlık haberlerini değerlendirirken bunların kimler
tarafından yazıldığını, hazırlandığını, bir tıbbi editörün filtresinden geçip
geçmediğini, arka planda bir ilacın, doğal ürünün, tetkik sisteminin pazarlanma
amacının olup olmadığını dikkatle araştırın. Yoksa (bu hocalardan birinin
önerdiği yiyecekleri yemezseniz) 2012’deki Martuk faciasıyla siz de tuzla buz
olur ya da üzümle, cevizle yaralarınızı azdırırsınız (!) (…)
- Sağlık
haberlerine ve sağlıklı yaşam bilgilerine ilgi sürekli artıyor. Ne var ki bu
güzel gelişme bazı şarlatanların, sağlık tüccarlarının (ya da dikkati çekmek
isteyen bazı bilgisizlerin) iştahını kabartıyor. Eğer bu yalancı tıp teröründen
etkilenmemek veya tıp tarafından tepilmemek, yani bir tıp gazisi olmamak
istiyorsanız sağlığınıza ilişkin önermeleri biraz ihtiyatla karşılamanızda
yarar var.
Sezgin (2011a:146, 148) medyanın sağlık bilgilerini sunarken
özellikle sağlık okuryazarlığının yetersiz seviyede olduğu bilgisi ile hareket
etmesinin büyük önem taşıdığını söylemekte ve tıbbi bilgi ve terimlere hâkim
sağlık profesyonellerinin sağlık editörü ya da danışmanı olarak aktif olarak
(medyada) görev alması; sağlık haber ve programlarının denetiminin titizlikle
yapılmasının yerinde olacağını belirtmektedir.
Bu noktada 333 sağlık çalışanı (doktor, hemşire, eczacı, diş
hekimi) üzerinde yapılan bir anketin sonuçlarına da değinilebilir. Yakıncı’nın
çalışmasında ankete katılanların % 91’i bu kavramı bilmediklerini söylerken, %
9’u bildiğini ifade etmiştir. Kavramı bildiğini söyleyen 29 sağlıkçıya ikinci
soru olarak “Sağlık okuryazarlığı kimin içindir, sağlıkçılar için mi yoksa
sağlık çalışanları dışında kalan kişiler için mi?” sorusu yöneltildiğinde, bu kavramı
duyduğunu söyleyen sağlık çalışanlarının % 24’ü soruya gerçek cevabın tam tersi
olan “sağlık çalışanları” yanıtını vermiştir[1].
Karagöz (2012:78) sağlık haberciliği alanında yaşanan
sorunlara sağlık okuryazarlığı ile çözüm bulunabilir mi sorusuna “Kesin çözüm
bulunamasa bile kişilerin kendi sağlıklarıyla ilgili bilgi ve karar verebilecek
özellikte olmaları hem kendi hem de devletin sorumluluğundadır” demektedir.
Son olarak Sütlaş’ın (2007a: 263) şu sözlerine dikkat
çekilebilir:
- “Sağlık
alanında, her türlü medya aracılığıyla ne kadar çok, geniş ve yaygın yayın
yapılırsa yapılsın, toplumun sağlık ve tıp konularına dair bilgi ve bilinç
eksikliği giderilemez. Asıl olan toplumun yaygın ve sistemli sağlık eğitimidir.
Bunu sağlayacak olan yapılar öncelikle örgün eğitim yani temel eğitim
okullarıdır. Hemen ardından da temel sağlık hizmetleri sırasında sunulan kişiye
yönelik doğrudan sağlık eğitimidir.”
[1]
İnönü Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi
Prof. Dr. Cengiz Yakıncı’nın yaptığı araştırmanın haberi için bkz.:
“Sağlıkçıların yüzde 91’i ‘sağlık okuryazarlığı’ kavramını bilmiyor”, (5 Mart
2013). 10 Mart 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.saglikpersoneli.com.tr/gundem/saglikcilarin-yuzde-91i-saglik-okuryazarligi-kavramini-bilmiyor-h18161.html#ixzz2Orumtf3q