4.8. Diğer Araştırmalar

Ülkemizdeki akademik tezler açısından son yılların en dikkat çeken salgın hastalıkların başında “kuş gribi” ve “domuz gribi” gelmektedir. Kuş gribi üzerine bir ve domuz gribi üzerine de dört lisansüstü çalışma bulunmaktadır.

“Yazılı Basında Kuş Gribi: Cumhuriyet, Zaman, Sabah ve Yeni Şafak Gazetelerindeki Kuş Gribi Haberlerinin İçerik Çözümlemesi” başlıklı Feyza Acar’ın (2007) yüksek lisans tezinde 2-31 Ocak 2006 tarihleri arasındaki gazete içerikleri incelenmiştir. İçerik analizi sonuçları da şöyle özetlenebilir: Gazetelerin büyük ölçüde ideolojik çizgilerine paralel olarak farklı neden ve içeriklerle konuyu gündeme taşıdıkları ve yine ideolojik tercihlerine göre haber kaynaklarını tercih ettikleri, haber aktörlerinin büyük oranda vatandaşlar olduğu, Avrupa Birliği kurumlarının ve uluslararası örgütlerin temsilcilerinin haber aktörü olarak temsil edildiği, en fazla oranda da Dünya Sağlık Örgütü temsilcilerinin habere kaynaklık ettiği, gazetelerin tümünde sağlık çalışanlarının kaynaklık ettiği ve bilimsel ve tıbbi konu içeriğine sahip haberlere yer verildiği, kuş gribi hastalığı ile ilgili risk içeren gelişmeleri büyük oranda olumsuz başlığa ve içeriğe sahip haberlerle gündeme taşıdıkları, haberde ana başlığın kuş gribiyle ilgili gelişmelerle olan ilişkisine bakıldığında en fazla olumsuz içeriğe sahip başlıklara yer verildiği, haber metinleriyle birlikte kullanılan fotoğrafların rengi, sayısı ve içerik özelliklerinin gazetelerin habercilik anlayışına göre farklılıklar gösterdiği varsayımları büyük ölçüde doğrulanmıştır (Acar, 2007:82-88).
Alev Akbal tarafından 2010 yılında tamamlanan ve “Sağlık Alanında Risk ve Korku Kültürünün Sosyolojik Analizi: Domuz Gribi Örneği” başlığını taşıyan yüksek lisans tezinde, “Pandemik A gribi” ile ilgili basında yer alan haber metinlerinin pandeminin küresel bir risk olarak kabul edilmesinde, dünya risk toplumlarının oluşmasında ve korku kültürünün yaratılmasındaki rolü, haber metinlerde yer alan siyasilerin farklı söylemlerinin pandemi sürecinde mevcut yönetime güvene olan etkisi, Dünya Sağlık Örgütü, ABD, Avrupa ülkeleri ve diğer ülkelerde ortaya çıkan aşı, vaka ve ölümle ilgili haber metinlerinin küresel risk toplumunun inşası sürecindeki rolü, bilime ve sürece yabancılaşmanın küresel riskin normalizasyon sürecine girmesindeki etkisi, bilim adamlarının, Türk Tabipleri Birliği’nin ve gazete yazarlarının söylemlerinin pandemi sürecine ve bilime yabancılaşmanın ortaya çıkmasındaki rolü, haberlerin verilme sıklığı, kullanılan resimler, başlık puntosu, kapakta yer alma sıklığı, sürecin siyasallaşmasında, ticarileşmesinde ve metalaşmasında basının rolü sorgulanmıştır (Akbal, 2010:19). Çalışmada “yapılaşma kuramı ve realist inşacılık kuramına uygun olan nicelik ve nitelik araştırma teknikleri” kullanılarak içerik analizinden yararlanılmıştır (Akbal, 2010:41-45). Bulgular “medyada yer alan tehlike haberlerinin toplumlarda korku faktörünü etkin kılarak korku kültürünü oluşturduğu” düşüncesiyle açıklanmıştır. Çalışmada haber metinlerinin toplumun resmi kurumları (Sağlık Bakanlığı) aracılığıyla sunulması, belirsizlik ve tehlikeyi işaret etmesi, toplumda paniğe yol açarak risk toplumunun ve korku kültürünün oluşmasında etkili bulunmuştur.
“Kitle İletişim Araçlarının Korku ve Paniğe Sebep Olması Bağlamında Domuz Gribi Aşısı Krizi Örneği” başlığını taşıyan Gülcan Çayır’ın (2011) yüksek lisans tezinde kriz yönetimi ve halkla ilişkilerin kriz yönetimindeki etkinliği ile Milliyet ve Zaman gazetelerinde Ekim 2009-Haziran 2010 arasında çıkan örnek haberlerle konunun nasıl yansıtıldığı irdelenmiştir. Çayır (2011:134) analiz sonucunda haber içeriklerinde toplumu korku ve paniğe sevk etmeye yönelik bulgular elde edildiğini belirtmektedir.
Beste Sultan Gülgün (2011) de “Halk Sağlığı Krizlerinde Kriz İletişimi ve Kriz Haberciliği: Örnek Olay A/H1N1 (Domuz Gribi) Pandemisi” başlıklı çalışmasında daha çok “kriz iletişimi” bağlamında devletin 2009 yılında yaşanan Domuz Gribi salgını karşısında uyguladığı iletişim planını irdelemiştir. İlk kez böyle bir planın uygulanmış olduğunu kaydeden Gülgün, “Türkiye’de gerçek bir pandemi krizinde devletin kriz iletişimi planını nasıl hazırladığını ve uyguladığını” incelemiştir. Olması gerekenle olanı karşılaştıran Gülgün, “Türkiye’deki sürece bakıldığında, kriz yönetiminden sorumlu ve krizin iletişiminin lideri kurumun kriz iletişimi tüm çabalarına rağmen politikleştirilmiş ve bunun sonucunda da büyük darbeler almıştır. Diğer bir deyişle, devletin birimleri arasındaki çatışma ve yerel siyasi politikleşme nedeniyle kurumun kriz iletişimi krize sokulmuş ve doğrudan yanlışa sürüklenmiştir” sonucuna ulaşmıştır.
Hande Demiroğlu’nun (2012) bu proje kapsamında da desteklenmiş olan “Kriz Haberciliği Bağlamında Domuz Gribi Haberlerindeki Panik Unsurların Belirlenmesi” başlıklı yüksek lisans tezinde öncelikle küresel ölçekte yaşanan en son sağlık krizi olarak kabul edilebilecek domuz gribi salgınını risk, endişe, korku ve panik oluşumu doğrultusunda kriz ve kriz haberciliği bağlamında ele almıştır. Domuz gribinin Türkiye’de yayılmaya başladığı 1 Mayıs 2009 ile 24 Şubat 2010 tarihleri arasında hastalığın seyrine ve etki düzeyine göre yargısal olarak seçilen 14 gün belirlenerek bu günlerde ülkenin en çok satan gazeteleri olan 7 gazetede yayımlanan haberler içerik analizine konu edilmiştir. Demiroğlu (2012:178) belli başlı bulguları şu şekilde sıralamaktadır:
1.       Domuz gribi haberleri çalışma sınırlılığı olarak belirlenen tarihler arasında sıklıkla gazetelerde yayımlanmıştır,
2.       Haberler genellikle gazetelerin birinci sayfalarından sunulmuştur,
3.       Haberler konum olarak en fazla gazete sayfasının sayfa alt ve üst kısımlarından yayımlanmıştır,
4.       Haberlerde en fazla bilgilendirici, endişelendirici, panik uyandırıcı ve kafa karıştırıcı anlatımlar; gazetelerin birinci sayfalarında ise en fazla endişelendirici ve panik uyandırıcı anlatımlar kullanılmıştır,
5.       Haberlerde sıklıkla virüs, ölüm, risk ve salgın ifadelerine yer verilmiştir,
6.       Haber başlıkları genellikle korku ve panik yaratıcı (negatif) ifadelerden oluşmuştur,
7.       Haberlerde sıklıkla hasta, hastalık nedeniyle hayatını kaybedenler ve hastalığın yayıldığı ülkelerin sayısı verilmiştir,
8.       Haberlerin çoğunda görsel malzeme kullanılmıştır,
9.       En fazla fotoğraf kullanımı tercih edilmiştir,
10.    Fotoğraflarda en fazla kullanılan içerik maske takan insan görüntüsüdür,
11.    Haberlere en fazla Sağlık Bakanlığı/Bakanlık yetkilileri kaynaklık etmiştir,
12.    Aynı haber içerisinde birden fazla kaynak kullanımında görüşler arasında çelişki oranlarının az olduğu; aynı haber içerisinde görüş bildiren kaynakların çelişen ifadelerin en fazla aşı kampanyasına ilişkin bilgilendirmelerin konu alındığı haberlerde yer aldığı belirlenmiştir.
13.    Haberlerde en fazla işlenen tema hastalığın yayılma eğilimidir. Haberlerde işlendiği belirlenen diğer temalar domuz gribi ile dolaylı olarak ilgisi bulunan olaylara göndermeler, gribe karşı alınan güvenlik önlemleri ve aşı kampanyasına yönelik bilgilendirmelerdir.

Panik yaratan unsurlar doğrultusunda ise şu bulguları sıralamaktadır (Demiroğlu, 2012:179):
1.       Haberlerin sıklıkla aynı temalar üzerinden (hastalığın yayılma eğilimi, olguyla bağlantılı diğer olayların iptali vb.) yayımlanması,
2.       Aynı ya da benzer konulardaki içeriklere sahip haberlerin gazete birinci sayfalarından sıklıkla sunulması,
3.       Haberlerde endişelendirici, panik uyandırıcı ve kafa karıştırıcı anlatımların kullanılması,
4.       Konuya ilişkin olarak sıklıkla virüs, salgın, ölüm gibi ifadelerin kullanılması,
5.       Haber başlıklarında korku ve panik yaratıcı ifadelere sahip (negatif tonda) başlıkların kullanılması,
6.       Haber içeriklerinde sürekli olarak sayısal ifadelerin (hasta, ölü vb.) verilmesi,
7.       Görsel kullanımında hastalığın yayılma eğilimine vurgu yapan maske takan insan içeriğinin kullanılmasının panik yaratıcı unsurlar olarak kabul edilebileceği ortaya konulmuştur.

Öte yandan domuz gribine ilişkin Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta tarafından yazılan “Bu İşte Bir Domuzluk Var! Satılık Bir Virüs, Mucize Bir Aşı ve Milyonlarca Dolar!” adlı kitap domuz gribinin ortaya çıkışından beri yazarın yazdığı köşe yazılarına yer vermektedir. Ayrıca domuz gribi, zatürree ve normal gribe ilişkin bilgiler vermektedir. Kitap domuz gribinin ilaç firmaları tarafından kullanıldığına değinmektedir (Küçükusta, 2010a).
Küresel bir sağlık krizi olan “domuz gribi” üzerine yurt dışında da pek çok çalışmanın yapıldığı görülmektedir. Bunlar arasında Hu’nun (2010) çalışmasında konunun medyada yer alış biçimi dil ve anlatım yapısı incelenmiştir. Dil ve anlatım yapısının anlaşılır olmasının tehditler karşısında uyarıcı olma özelliğini artırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Rubin, Amlot, Page ve Wessely’in (2009) çalışmasında, salgın hakkında kamu davranışlarına ilişkin verilere ulaşılırken, aynı zamanda hükümetin kaynak ve planları konusunda kamu ile iletişim kurması ve salgına ilişkin bireylere belirli eylemler hakkında bilgilendirme çalışmalarının desteklenmesiyle domuz gribi salgının ilerlemesinin yavaşlatılabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmacılar domuz gribi hakkındaki haberlerin ya da hükümet uyarılarının kamuoyu üzerinde etkili olduğu, halkı belli oranlarda davranış değişikliğine sevk ettiğini belirtmişlerdir.
Hilton ve Hunt’un (2010) çalışmasında da Guardian, The Independent, Daily Telgraph; The Daily Mail, The Express; The Sun, The News of the World ve The Mirror gazetelerinde yayınlanan toplam 2374 haber üzerine 44 temaya ilişkin içerik analizi uygulaması gerçekleştirilmiştir. Araştırma domuz gribi pandemisi ile ilgili riskleri aşırı heyecanlı biçimde sunan İngiltere medyası ile kamu algısı arasında bir farklılık olduğu görülmüştür. Bu anlamda kamunun, aşırı heyecanlı sunulan içerikler nedeniyle yayınları korku verici algılamış olabileceği ifade edilmiştir.
Holland ve Blood (2010) da Avusturya basınında domuz gribi konusunun çerçevelenmesini ele almışlardır. Hükümetin hastalık konusunda hazırlı olması ve hastalığın kontrol altına alınması başlıkları altında yürütülen çalışmada basında yer alan endişe verici ve güven verici mesajların haber kapsamlarında yansıtıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
“Türk Basınında Alternatif Tıbbın Sunumu” başlıklı yüksek lisans tezinde Doğa Yaşar (2006) “en yüksek tiraja sahip, Türkiye’nin en çok okunan önemli büyüklükteki üç gazetesi olan Posta, Hürriyet ve Sabah gazetelerinin 1 Ocak-30 Haziran 2005 tarihleri arasında çıkan haberlerini” incelemiştir.
Yaşar (2006:4) “alternatif tıp” olgusunu şöyle tanımlamaktadır: “Hem geleneksel hem modern tıp hem de kendine özgü bilimsel olarak kanıtlanmamış, geliştirilmiş alternatif yöntemlerle; hastalıkları önlemek, iyileştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla kullanılan tedavi şekilleridir. Ruhsal, bedensel, beyinsel metotlar, dokunma, meditasyon tedavileri, bitki, vitamin ve minerallerle tedavi, beslenme metotları, diyet, farmakolojik ve biyolojik tedavi yöntemleri gibi geniş bir yelpazeye yayılmaktadır”.
Yapılan incelemede toplam 1034 alternatif tıpla ilgili yazı bulunmuştur. Belli başlı bulgular olarak ifade etmek gerekirse; yazıların %39,7’si haber, %32,8’i yazı dizisi, %4,6’sının da reklam niteliğinde olduğu belirlenmiştir. Haberlerin önem derecesi açısından değerlendirilmesine göre %96,3’ünün birinci derecede önemli bulunduğu görülmektedir. Alternatif tıp uygulamalarından beslenme-diyet konusu %42, bitkisel uygulamalar %21, Batı’daki uygulamalar %11 ve Uzakdoğu’daki uygulamalar %10 oranında haber yapılmıştır. Tedavi türlerine göre ise ilk sırayı zayıflama-Obezite almıştır (%36).
Sağlık haberciliğinde tartışmalı noktalardan birisi de kanser konulu haberlerdir. Medyada en çok haber yapılan kanser türünün ise “meme kanseri” olduğunu kaydeden Gür (2009:82), bir araştırmaya göre “meme kanserinin görülme sıklığı daha az olmasına karşın medyada haber olarak çok daha fazla yer verildiğini” ve “bu yayınları okuyanların okumayanlara göre hastalıktan daha fazla korktuğunu” aktarmaktadır.
Aynı konuda Andsager ve Powers’ın (1999) makalesinde de 3 haber dergisi (Newsweek, Time, U.S. News&World Report) ve 4 kadın dergisinde (Good Housekeeping, Ladies’ Home Journal, McCall’s ve Ms. Ms.) 1990-1997 yılları arasında yer alan göğüs kanseri konulu 127 yazı konu, kaynak ve çerçeveleri bağlamında içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Bulgular haber ve kadın dergilerinde yer alan konuların birbirinden tamamen farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Kadın dergileri göğüs kanseriyle baş etmede 3 temel yol sunmaktadır: Hastalığın etkileriyle baş etmek, kişisel deneyimler ve kanserdeki risk faktörleri. Haber dergileri ise kanser ve tedavisi ile ilgili basit bilgiler sunmaktadır. Çalışmada kadın dergilerinde en çok genetik, göğüs kanseri araştırmaları, kişisel hikâyelere odaklanıldığı haber dergilerinde ise daha çok tedavinin öne çıktığı belirtilmektedir.
Doğrudan kanser konusuyla ilgisi olmasa da yakın ilişkili görülebilecek bir başka çalışma olarak “meme sağlığı” üzerine gerçekleştirilmiş araştırmadan da söz edilebilir. Özşeker, İlçe, Dönmez ve Dıramalı’nın (2007) “Gazetelerde Meme Sağlığı ile İlgili Haberlerin İncelenmesi” başlıklı makalesinde de 1 Ocak -31 Aralık 2004 tarihleri arasında online olarak yayımlanan ve tirajı en yüksek olan 10 gazetenin (Posta, Hürriyet, Zaman, Sabah, Takvim, Milliyet, Fanatik, Akşam, Vatan ve Fotomaç) İnternet sitelerinin arşivleri üzerinden “meme” anahtar kelimesiyle yapılan taramada elde edilen “meme sağlığı” ile ilgili haberler incelenmiştir. Tespit edilen toplam 166 yazıya içerik analizi uygulanmıştır. Bu yazıların %43,4’ü “sağlık köşesi”, %29,5’i “köşe yazısı”, %14,5’i “magazin, kültür-sanat”, %10,2’si “röportaj” ve %2,4’ü “diğer haber” tipinde bulunmuştur. Haberlerin %50,6’sı “yansız” %33,7’si “olumlu duygu tonuyla” yazılmıştır. %7,2’si “olumsuz” ve %8,4’ü de “karışık duygu tonuyla” yazılmış bulunmuştur. Haberlerin %37,9’u “uzman doktor ve diğer sağlık personeli” tarafından, %32,5’i “muhabirler” tarafından hazırlanmıştır. Haberlerin içerik yönünden incelenmesinde %47,6’sının “bilime uygun (uzman kişi tarafından, epidemiyoloji, risk faktörleri, tanı ve tedavi ve kaynak belirtilerek hazırlananlar)”, %30,1 “bilime uygunluğu açısından yetersiz”, %13,9’u “sansasyonel/abartılı” bulunmuştur. Haberlerin %79,5’inin “toplumu bilgilendirici” özellikle olduğu saptanmıştır. Haberlerin %79,5’i fotoğraflı ve bunların da %62,1’i “konuyla ilgili” bulunmuştur. Haber içeriklerine bakıldığında haberlerin %41’inde “meme kanseri”, %36,7’sinde “meme kanserinden korunma”, %12,7’sinde “meme rekonstrüksiyon ameliyatları”, %4,8’inde “protezler”, %4,8’inde “sosyal destek” konuları işlenmiştir. Çalışmanın sonunda araştırmacılar haberlerin meme kanserinden korunma anlamında “Yetersiz” olduğunu, uzman doktor ve sağlık personeli tarafından hazırlanan haberlerin az olduğunu, meme kanseri konusunda daha çok haber verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Bir başka çalışma Karagöz’e aittir. “Sağlık haberlerinin Kamuoyunu Yönlendirme İşlevi: Dilovası’ndaki Kanser Vakalarının Türk Yazılı Basınına Yansımaları” başlıklı yüksek lisans çalışmasında Kezban Karagöz (2012:136-138) 1 Ekim 2004-31 Mart 2012 tarihleri arasında Dilovası’ndaki kanser vakalarının Hürriyet, Radikal, Milliyet, Cumhuriyet ve Zaman gazetelerindeki yansımaları üzerine tespit edilen 91 yazıyı 7 ana kategori çerçevesinde içerik analizi yöntemiyle incelemiştir. Bulgulara göre yazıların %62’si haber, %33’ü köşe yazısı ve %5’i eklerde yayımlanmıştır. Yazıların %64’ü negatif, %33’ü pozitif ve %3’ü nötr tonlu vurguya sahiptir. Haberler gazetelerde geniş yer bulmamıştır. Haberin ele alınışı yayın organına göre farklılık gösterir nitelikte bulunmuştur. Çalışmada haberlerin “ilgili otoriteleri hareket geçirme konusunda etkili olduğu, fakat bütün gelişmelerin seyri izlendiğinde olayın ciddi bir biçimde ele alınmasında önemli bir zamana yayıldığı” vurgulanmaktadır (Karagöz, 2012:181-185).
“Küreselleşmenin Yerel Televizyon Programlarına Yansıması: Doğu Karadeniz Televizyonlarında Sağlık Programları” başlıklı doktora tezinde Vildan Mahmutoğlu (2007) yayılan küresel kültürün yerel toplumlara yansıması ve ortaya çıkan melez kültürlerin yerel televizyon programlarına yansımasını incelemiştir. Bu amaçla Mahmutoğlu, Doğu Karadeniz (Trabzon, Rize ve Ardeşen) yerel televizyonlarında sağlık programı yapan toplam 8 programcıyla yarı yapılandırılmış görüşme gerçekleştirmiştir. Çalışmada, programcıların daha önceden bölgenin bu boyutta sorunu olmayan kanser vakalarını programlarının içeriklerine dâhil edip etmedikleri araştırılmıştır. Böylece yerel televizyonların değişen yerel toplumları yansıtıp yansıtamadığı sorgulanmıştır. İlk aşamada yerel televizyonlarda program oluşumunda etkili olan faktörler (yerel alana ait sorunların programlara alınıp almadığı ve küresel sorunların yerel kültüre dâhil olmasının program içeriklerine yansıyıp yansımadığı), ikinci aşamada da küresel bir felaket olan Çernobil’in (Ukrayna’da 1986’da meydana gelen Çernobil nükleer santralindeki patlamanın) yerel bölge kültürüne nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur. Mahmutoğlu (2007:180-182) ilk aşamaya ilişkin bulguları şu şekilde yorumlamaktadır:
-   “(Yerel) Programcılar genelde kendi inisiyatiflerini kullanarak program yapmaya başlayabilmektedirler. Yaygın medyada görülen sıkı editoryal baskı yerel televizyonlarda bulunmamaktadır (…) Yerel televizyonlar (…) yaşadıkları bölgeye karsı sorumluluk anlayışına sahiptirler. Ayrıca reklamdan önemli karlar elde edilmediğinden reklam verenlerin programların içeriğine karışması söz konusu değildir. Programcılar amaçlarının bölgede yasayan Karadenizlilere veya küresel etno alanda yasayan Karadenizlilere yayın yapmak olduğunu belirtmektedirler. Programcılar aynı bölgede yasadıklarından aslında kendi içlerinde yaşadıkları sorunları bilerek ekrana taşımaktadırlar. (…) Yerel medya çalışanları hedef kitlesini çok iyi tanımaktadır (…) Ulusal yayınlarda ise programcı daha çok genel izleyici kitlesine yayın yapmaktadır. Program içeriğini ise kendisi değil program yapımcısı ve danışmanlar hazırlamaktadır. Ulusal yayınlarda programı sunan ve hazırlayan genelde farklı kişilerdir. Fakat yerel televizyonlarda çoğunlukla programı sunan ve hazırlayan aynı kişidir (…) Yerel televizyon programcısı izleyici tepkilerini, geri dönüşümü direkt olarak alabilmektedir. Ulusal televizyonlarda ise geri dönüşüm e-mailler, telefon bağlantılarıyla olmaktadır (…) Yerel televizyonlarda içerik oluşumundaki en önemli öğe programcının kendi kültürlenme süreci ve kendi perspektifidir. Çünkü serbest bırakılan programcı, sahip olduğu vizyonunu aktarmaktadır. Genellikle yayınlarda bölge insanının yaygın medyada bulamayacağı, o bölgeye ait hastalıkların islenmesine çalışılmaktadır. Öncelik bölgenin sağlık sorunlarının aktarılmasıdır. Örneğin beslenme alışkanlıklarından dolayı sıkça görülen kalp damar hastalıkları ya da bölgenin sürekli yağış alması ve çay bahçelerinin nemli ıslak ortamlarında çalışılmasından dolayı romatizmal hastalıklar programlarda sıkça islenen konular arasındadır. Ancak ulusal dolaşımdan da etkilenilmektedir. Ulusal kanallardaki sağlık programlarını takip eden programcılar kendi programlarına da buradan gördükleri konuları dâhil edebilmektedirler.

Mahmutoğlu (2007:183) ikinci aşamaya yönelik olarak görüşülen 8 programcının da kanser konusunu işlediklerini ve bunun nedeni olarak Çernobil’i düşündüklerini belirtmektedir. Ancak sağlık programcılarının konuyu derinlemesine tartışamadıklarını, çünkü konuyla ilgili konuşacak konu bulamadıklarını ve “konuk sıkıntısının” en büyük sorun olduğunu ifade etmektedir. Çalışmada ayrıca programcıların 7’sinin ailesinde kanserli hasta bulunduğu ve bu boyutuyla da programcının kendi yaşadığı sorunu ekrana taşıdığı da kaydedilmektedir.
Pozitif Yaşam Derneğinin “Türkiye’de HIV ile Yaşayan Kişilerin Yaşadıkları Hak İhlalleri Raporu”nda da şöyle denilmektedir (Soyer ve Kayar, 2010):
-   “Medyanın HIV/AIDS ile ilgili önyargıları körükleyen haberleri geçmiş yıllardaki varlığını bu yıl da sürdürmüştür. Basına yansıyan haberlerde HIV ile yaşayan kişiler, isim ve resimleri verilerek kamuoyuna deşifre edilmiş ve kişisel bilgilerin gizliliği ihlalleri manşetlerde yer almıştır. Etik dışı habercilik anlayışıyla medya, HIV ile yaşayan kişilerin her alanda dışlanma ve ayrımcılık yaşamasının temel unsuru olarak varlığını devam ettirmektedir.”

Öte yandan genel anlamda sağlık haberciliği ile ilgili olmayıp, sağlık alt konusu olarak AIDS haberleri üzerinde yapılmış Yüksel’in (2009) çalışmasından da söz edilebilir. Türkiye’de gazetelerin AIDS konusuna gösterdikleri önemle AIDS’in gerçek yaşamdaki önemini karşılaştıran Yüksel’in çalışmasında elde edilen bulgular, AIDS konusundaki haber sayısı ile AIDS/HIV taşıyan ve hastalığı tespit edilenlerin sayısı arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığın ortaya koymaktadır. Çalışmada 2000-2006 yılları arasında Türkiye’de yayımlanan tüm gazete ve dergilerdeki AIDS konulu haber sayısıyla birlikte en yüksek tiraja sahip 10 gazetede çıkan haber sayısı, Sağlık Bakanlığı’ndan elde edilen AIDS hastası ve taşıcılarının sayısı karşılaştırılmıştır. Bulgular ülke genelinde çıkan tüm basılı yayınlardaki haber sayısı ile AIDS taşıyan ve hasta sayısı arasında pozitif (r= 0,194; p=0,676); ancak en yüksek tiraja sahip 10 gazeteyle negatif yönlü (r= -0,226; p=0,626) bir ilişkiyi ortaya koymuştur. Bu sonuç da genel olarak gazetelerin AIDS konusuna yeterince önem vermedikleri şeklinde yorumlanmıştır.