Ülkemizdeki akademik tezler açısından son yılların en dikkat
çeken salgın hastalıkların başında “kuş gribi” ve “domuz gribi” gelmektedir.
Kuş gribi üzerine bir ve domuz gribi üzerine de dört lisansüstü çalışma
bulunmaktadır.
“Yazılı Basında Kuş Gribi: Cumhuriyet, Zaman, Sabah ve Yeni
Şafak Gazetelerindeki Kuş Gribi Haberlerinin İçerik Çözümlemesi” başlıklı Feyza
Acar’ın (2007) yüksek lisans tezinde 2-31 Ocak 2006 tarihleri arasındaki gazete
içerikleri incelenmiştir. İçerik analizi sonuçları da şöyle özetlenebilir:
Gazetelerin büyük ölçüde ideolojik çizgilerine paralel olarak farklı neden ve
içeriklerle konuyu gündeme taşıdıkları ve yine ideolojik tercihlerine göre
haber kaynaklarını tercih ettikleri, haber aktörlerinin büyük oranda
vatandaşlar olduğu, Avrupa Birliği kurumlarının ve uluslararası örgütlerin temsilcilerinin
haber aktörü olarak temsil edildiği, en fazla oranda da Dünya Sağlık Örgütü
temsilcilerinin habere kaynaklık ettiği, gazetelerin tümünde sağlık
çalışanlarının kaynaklık ettiği ve bilimsel ve tıbbi konu içeriğine sahip
haberlere yer verildiği, kuş gribi hastalığı ile ilgili risk içeren gelişmeleri
büyük oranda olumsuz başlığa ve içeriğe sahip haberlerle gündeme taşıdıkları,
haberde ana başlığın kuş gribiyle ilgili gelişmelerle olan ilişkisine
bakıldığında en fazla olumsuz içeriğe sahip başlıklara yer verildiği, haber
metinleriyle birlikte kullanılan fotoğrafların rengi, sayısı ve içerik
özelliklerinin gazetelerin habercilik anlayışına göre farklılıklar gösterdiği
varsayımları büyük ölçüde doğrulanmıştır (Acar, 2007:82-88).
Alev Akbal tarafından 2010 yılında tamamlanan ve “Sağlık
Alanında Risk ve Korku Kültürünün Sosyolojik Analizi: Domuz Gribi Örneği”
başlığını taşıyan yüksek lisans tezinde, “Pandemik A gribi” ile ilgili basında
yer alan haber metinlerinin pandeminin küresel bir risk olarak kabul
edilmesinde, dünya risk toplumlarının oluşmasında ve korku kültürünün
yaratılmasındaki rolü, haber metinlerde yer alan siyasilerin farklı
söylemlerinin pandemi sürecinde mevcut yönetime güvene olan etkisi, Dünya
Sağlık Örgütü, ABD, Avrupa ülkeleri ve diğer ülkelerde ortaya çıkan aşı, vaka
ve ölümle ilgili haber metinlerinin küresel risk toplumunun inşası sürecindeki
rolü, bilime ve sürece yabancılaşmanın küresel riskin normalizasyon sürecine
girmesindeki etkisi, bilim adamlarının, Türk Tabipleri Birliği’nin ve gazete
yazarlarının söylemlerinin pandemi sürecine ve bilime yabancılaşmanın ortaya
çıkmasındaki rolü, haberlerin verilme sıklığı, kullanılan resimler, başlık
puntosu, kapakta yer alma sıklığı, sürecin siyasallaşmasında, ticarileşmesinde
ve metalaşmasında basının rolü sorgulanmıştır (Akbal, 2010:19). Çalışmada
“yapılaşma kuramı ve realist inşacılık kuramına uygun olan nicelik ve nitelik
araştırma teknikleri” kullanılarak içerik analizinden yararlanılmıştır (Akbal,
2010:41-45). Bulgular “medyada yer alan tehlike haberlerinin toplumlarda korku
faktörünü etkin kılarak korku kültürünü oluşturduğu” düşüncesiyle
açıklanmıştır. Çalışmada haber metinlerinin toplumun resmi kurumları (Sağlık
Bakanlığı) aracılığıyla sunulması, belirsizlik ve tehlikeyi işaret etmesi,
toplumda paniğe yol açarak risk toplumunun ve korku kültürünün oluşmasında
etkili bulunmuştur.
“Kitle İletişim Araçlarının Korku ve Paniğe Sebep Olması
Bağlamında Domuz Gribi Aşısı Krizi Örneği” başlığını taşıyan Gülcan Çayır’ın
(2011) yüksek lisans tezinde kriz yönetimi ve halkla ilişkilerin kriz
yönetimindeki etkinliği ile Milliyet ve Zaman gazetelerinde Ekim 2009-Haziran
2010 arasında çıkan örnek haberlerle konunun nasıl yansıtıldığı irdelenmiştir.
Çayır (2011:134) analiz sonucunda haber içeriklerinde toplumu korku ve paniğe
sevk etmeye yönelik bulgular elde edildiğini belirtmektedir.
Beste Sultan Gülgün (2011) de “Halk Sağlığı Krizlerinde Kriz
İletişimi ve Kriz Haberciliği: Örnek Olay A/H1N1 (Domuz Gribi) Pandemisi”
başlıklı çalışmasında daha çok “kriz iletişimi” bağlamında devletin 2009
yılında yaşanan Domuz Gribi salgını karşısında uyguladığı iletişim planını
irdelemiştir. İlk kez böyle bir planın uygulanmış olduğunu kaydeden Gülgün,
“Türkiye’de gerçek bir pandemi krizinde devletin kriz iletişimi planını nasıl
hazırladığını ve uyguladığını” incelemiştir. Olması gerekenle olanı
karşılaştıran Gülgün, “Türkiye’deki sürece bakıldığında, kriz yönetiminden
sorumlu ve krizin iletişiminin lideri kurumun kriz iletişimi tüm çabalarına
rağmen politikleştirilmiş ve bunun sonucunda da büyük darbeler almıştır. Diğer
bir deyişle, devletin birimleri arasındaki çatışma ve yerel siyasi politikleşme
nedeniyle kurumun kriz iletişimi krize sokulmuş ve doğrudan yanlışa
sürüklenmiştir” sonucuna ulaşmıştır.
Hande Demiroğlu’nun (2012) bu proje kapsamında da desteklenmiş
olan “Kriz Haberciliği Bağlamında Domuz Gribi Haberlerindeki Panik Unsurların
Belirlenmesi” başlıklı yüksek lisans tezinde öncelikle küresel ölçekte yaşanan
en son sağlık krizi olarak kabul edilebilecek domuz gribi salgınını risk,
endişe, korku ve panik oluşumu doğrultusunda kriz ve kriz haberciliği
bağlamında ele almıştır. Domuz gribinin Türkiye’de yayılmaya başladığı 1 Mayıs
2009 ile 24 Şubat 2010 tarihleri arasında hastalığın seyrine ve etki düzeyine
göre yargısal olarak seçilen 14 gün belirlenerek bu günlerde ülkenin en çok
satan gazeteleri olan 7 gazetede yayımlanan haberler içerik analizine konu
edilmiştir. Demiroğlu (2012:178) belli başlı bulguları şu şekilde
sıralamaktadır:
1.
Domuz gribi
haberleri çalışma sınırlılığı olarak belirlenen tarihler arasında sıklıkla
gazetelerde yayımlanmıştır,
2.
Haberler
genellikle gazetelerin birinci sayfalarından sunulmuştur,
3.
Haberler
konum olarak en fazla gazete sayfasının sayfa alt ve üst kısımlarından
yayımlanmıştır,
4.
Haberlerde en
fazla bilgilendirici, endişelendirici, panik uyandırıcı ve kafa karıştırıcı
anlatımlar; gazetelerin birinci sayfalarında ise en fazla endişelendirici ve
panik uyandırıcı anlatımlar kullanılmıştır,
5.
Haberlerde
sıklıkla virüs, ölüm, risk ve salgın ifadelerine yer verilmiştir,
6.
Haber
başlıkları genellikle korku ve panik yaratıcı (negatif) ifadelerden oluşmuştur,
7.
Haberlerde
sıklıkla hasta, hastalık nedeniyle hayatını kaybedenler ve hastalığın yayıldığı
ülkelerin sayısı verilmiştir,
8.
Haberlerin
çoğunda görsel malzeme kullanılmıştır,
9.
En fazla
fotoğraf kullanımı tercih edilmiştir,
10.
Fotoğraflarda
en fazla kullanılan içerik maske takan insan görüntüsüdür,
11.
Haberlere en
fazla Sağlık Bakanlığı/Bakanlık yetkilileri kaynaklık etmiştir,
12.
Aynı haber
içerisinde birden fazla kaynak kullanımında görüşler arasında çelişki
oranlarının az olduğu; aynı haber içerisinde görüş bildiren kaynakların çelişen
ifadelerin en fazla aşı kampanyasına ilişkin bilgilendirmelerin konu alındığı
haberlerde yer aldığı belirlenmiştir.
13.
Haberlerde en fazla işlenen tema hastalığın yayılma eğilimidir. Haberlerde
işlendiği belirlenen diğer temalar domuz gribi ile dolaylı olarak ilgisi
bulunan olaylara göndermeler, gribe karşı alınan güvenlik önlemleri ve aşı
kampanyasına yönelik bilgilendirmelerdir.
Panik yaratan unsurlar doğrultusunda ise şu bulguları
sıralamaktadır (Demiroğlu, 2012:179):
1.
Haberlerin
sıklıkla aynı temalar üzerinden (hastalığın yayılma eğilimi, olguyla bağlantılı
diğer olayların iptali vb.) yayımlanması,
2.
Aynı ya da
benzer konulardaki içeriklere sahip haberlerin gazete birinci sayfalarından
sıklıkla sunulması,
3.
Haberlerde
endişelendirici, panik uyandırıcı ve kafa karıştırıcı anlatımların
kullanılması,
4.
Konuya
ilişkin olarak sıklıkla virüs, salgın, ölüm gibi ifadelerin kullanılması,
5.
Haber
başlıklarında korku ve panik yaratıcı ifadelere sahip (negatif tonda)
başlıkların kullanılması,
6.
Haber
içeriklerinde sürekli olarak sayısal ifadelerin (hasta, ölü vb.) verilmesi,
7.
Görsel
kullanımında hastalığın yayılma eğilimine vurgu yapan maske takan insan
içeriğinin kullanılmasının panik yaratıcı unsurlar olarak kabul edilebileceği
ortaya konulmuştur.
Öte yandan domuz gribine ilişkin Prof. Dr. Ahmet Rasim
Küçükusta tarafından yazılan “Bu İşte Bir Domuzluk Var! Satılık Bir Virüs,
Mucize Bir Aşı ve Milyonlarca Dolar!” adlı kitap domuz gribinin ortaya
çıkışından beri yazarın yazdığı köşe yazılarına yer vermektedir. Ayrıca domuz
gribi, zatürree ve normal gribe ilişkin bilgiler vermektedir. Kitap domuz
gribinin ilaç firmaları tarafından kullanıldığına değinmektedir (Küçükusta,
2010a).
Küresel bir sağlık krizi olan “domuz gribi” üzerine yurt
dışında da pek çok çalışmanın yapıldığı görülmektedir. Bunlar arasında Hu’nun
(2010) çalışmasında konunun medyada yer alış biçimi dil ve anlatım yapısı incelenmiştir.
Dil ve anlatım yapısının anlaşılır olmasının tehditler karşısında uyarıcı olma
özelliğini artırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Rubin, Amlot, Page ve Wessely’in
(2009) çalışmasında, salgın hakkında kamu davranışlarına ilişkin verilere
ulaşılırken, aynı zamanda hükümetin kaynak ve planları konusunda kamu ile
iletişim kurması ve salgına ilişkin bireylere belirli eylemler hakkında
bilgilendirme çalışmalarının desteklenmesiyle domuz gribi salgının
ilerlemesinin yavaşlatılabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmacılar domuz
gribi hakkındaki haberlerin ya da hükümet uyarılarının kamuoyu üzerinde etkili
olduğu, halkı belli oranlarda davranış değişikliğine sevk ettiğini
belirtmişlerdir.
Hilton ve Hunt’un (2010) çalışmasında da Guardian, The Independent, Daily
Telgraph; The Daily Mail, The Express; The Sun, The News of the World ve The
Mirror gazetelerinde yayınlanan toplam 2374 haber üzerine 44 temaya ilişkin
içerik analizi uygulaması gerçekleştirilmiştir. Araştırma domuz gribi pandemisi
ile ilgili riskleri aşırı heyecanlı biçimde sunan İngiltere medyası ile kamu
algısı arasında bir farklılık olduğu görülmüştür. Bu anlamda kamunun, aşırı
heyecanlı sunulan içerikler nedeniyle yayınları korku verici algılamış
olabileceği ifade edilmiştir.
Holland
ve Blood (2010) da Avusturya basınında domuz gribi konusunun çerçevelenmesini
ele almışlardır. Hükümetin hastalık konusunda hazırlı olması ve hastalığın
kontrol altına alınması başlıkları altında yürütülen çalışmada basında yer alan
endişe verici ve güven verici mesajların haber kapsamlarında yansıtıldığı
sonucuna ulaşılmıştır.
“Türk Basınında Alternatif Tıbbın Sunumu” başlıklı yüksek
lisans tezinde Doğa Yaşar (2006) “en yüksek tiraja sahip, Türkiye’nin en çok
okunan önemli büyüklükteki üç gazetesi olan Posta, Hürriyet ve Sabah
gazetelerinin 1 Ocak-30 Haziran 2005 tarihleri arasında çıkan haberlerini”
incelemiştir.
Yaşar (2006:4) “alternatif tıp” olgusunu şöyle
tanımlamaktadır: “Hem geleneksel hem modern tıp hem de kendine özgü bilimsel
olarak kanıtlanmamış, geliştirilmiş alternatif yöntemlerle; hastalıkları
önlemek, iyileştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla kullanılan tedavi
şekilleridir. Ruhsal, bedensel, beyinsel metotlar, dokunma, meditasyon
tedavileri, bitki, vitamin ve minerallerle tedavi, beslenme metotları, diyet,
farmakolojik ve biyolojik tedavi yöntemleri gibi geniş bir yelpazeye
yayılmaktadır”.
Yapılan incelemede toplam 1034 alternatif tıpla ilgili yazı
bulunmuştur. Belli başlı bulgular olarak ifade etmek gerekirse; yazıların
%39,7’si haber, %32,8’i yazı dizisi, %4,6’sının da reklam niteliğinde olduğu
belirlenmiştir. Haberlerin önem derecesi açısından değerlendirilmesine göre
%96,3’ünün birinci derecede önemli bulunduğu görülmektedir. Alternatif tıp
uygulamalarından beslenme-diyet konusu %42, bitkisel uygulamalar %21, Batı’daki
uygulamalar %11 ve Uzakdoğu’daki uygulamalar %10 oranında haber yapılmıştır.
Tedavi türlerine göre ise ilk sırayı zayıflama-Obezite almıştır (%36).
Sağlık haberciliğinde tartışmalı noktalardan birisi de kanser
konulu haberlerdir. Medyada en çok haber yapılan kanser türünün ise “meme
kanseri” olduğunu kaydeden Gür (2009:82), bir araştırmaya göre “meme kanserinin
görülme sıklığı daha az olmasına karşın medyada haber olarak çok daha fazla yer
verildiğini” ve “bu yayınları okuyanların okumayanlara göre hastalıktan daha
fazla korktuğunu” aktarmaktadır.
Aynı konuda Andsager ve Powers’ın (1999) makalesinde de 3
haber dergisi (Newsweek, Time, U.S. News&World Report) ve 4 kadın
dergisinde (Good Housekeeping, Ladies’ Home Journal, McCall’s ve Ms. Ms.)
1990-1997 yılları arasında yer alan göğüs kanseri konulu 127 yazı konu, kaynak
ve çerçeveleri bağlamında içerik analizi yöntemiyle incelenmiştir. Bulgular
haber ve kadın dergilerinde yer alan konuların birbirinden tamamen farklı
olduğunu ortaya koymaktadır. Kadın dergileri göğüs kanseriyle baş etmede 3
temel yol sunmaktadır: Hastalığın etkileriyle baş etmek, kişisel deneyimler ve
kanserdeki risk faktörleri. Haber dergileri ise kanser ve tedavisi ile ilgili
basit bilgiler sunmaktadır. Çalışmada kadın dergilerinde en çok genetik, göğüs
kanseri araştırmaları, kişisel hikâyelere odaklanıldığı haber dergilerinde ise
daha çok tedavinin öne çıktığı belirtilmektedir.
Doğrudan kanser konusuyla ilgisi olmasa da yakın ilişkili
görülebilecek bir başka çalışma olarak “meme sağlığı” üzerine gerçekleştirilmiş
araştırmadan da söz edilebilir. Özşeker, İlçe, Dönmez ve Dıramalı’nın (2007)
“Gazetelerde Meme Sağlığı ile İlgili Haberlerin İncelenmesi” başlıklı
makalesinde de 1 Ocak -31 Aralık 2004 tarihleri arasında online olarak
yayımlanan ve tirajı en yüksek olan 10 gazetenin (Posta, Hürriyet, Zaman,
Sabah, Takvim, Milliyet, Fanatik, Akşam, Vatan ve Fotomaç) İnternet sitelerinin
arşivleri üzerinden “meme” anahtar kelimesiyle yapılan taramada elde edilen
“meme sağlığı” ile ilgili haberler incelenmiştir. Tespit edilen toplam 166
yazıya içerik analizi uygulanmıştır. Bu yazıların %43,4’ü “sağlık köşesi”,
%29,5’i “köşe yazısı”, %14,5’i “magazin, kültür-sanat”, %10,2’si “röportaj” ve
%2,4’ü “diğer haber” tipinde bulunmuştur. Haberlerin %50,6’sı “yansız” %33,7’si
“olumlu duygu tonuyla” yazılmıştır. %7,2’si “olumsuz” ve %8,4’ü de “karışık
duygu tonuyla” yazılmış bulunmuştur. Haberlerin %37,9’u “uzman doktor ve diğer
sağlık personeli” tarafından, %32,5’i “muhabirler” tarafından hazırlanmıştır.
Haberlerin içerik yönünden incelenmesinde %47,6’sının “bilime uygun (uzman kişi
tarafından, epidemiyoloji, risk faktörleri, tanı ve tedavi ve kaynak
belirtilerek hazırlananlar)”, %30,1 “bilime uygunluğu açısından yetersiz”,
%13,9’u “sansasyonel/abartılı” bulunmuştur. Haberlerin %79,5’inin “toplumu
bilgilendirici” özellikle olduğu saptanmıştır. Haberlerin %79,5’i fotoğraflı ve
bunların da %62,1’i “konuyla ilgili” bulunmuştur. Haber içeriklerine
bakıldığında haberlerin %41’inde “meme kanseri”, %36,7’sinde “meme kanserinden
korunma”, %12,7’sinde “meme rekonstrüksiyon ameliyatları”, %4,8’inde
“protezler”, %4,8’inde “sosyal destek” konuları işlenmiştir. Çalışmanın sonunda
araştırmacılar haberlerin meme kanserinden korunma anlamında “Yetersiz” olduğunu,
uzman doktor ve sağlık personeli tarafından hazırlanan haberlerin az olduğunu,
meme kanseri konusunda daha çok haber verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Bir başka çalışma Karagöz’e aittir. “Sağlık haberlerinin
Kamuoyunu Yönlendirme İşlevi: Dilovası’ndaki Kanser Vakalarının Türk Yazılı
Basınına Yansımaları” başlıklı yüksek lisans çalışmasında Kezban Karagöz
(2012:136-138) 1 Ekim 2004-31 Mart 2012 tarihleri arasında Dilovası’ndaki
kanser vakalarının Hürriyet, Radikal, Milliyet, Cumhuriyet ve Zaman gazetelerindeki
yansımaları üzerine tespit edilen 91 yazıyı 7 ana kategori çerçevesinde içerik
analizi yöntemiyle incelemiştir. Bulgulara göre yazıların %62’si haber, %33’ü
köşe yazısı ve %5’i eklerde yayımlanmıştır. Yazıların %64’ü negatif, %33’ü
pozitif ve %3’ü nötr tonlu vurguya sahiptir. Haberler gazetelerde geniş yer
bulmamıştır. Haberin ele alınışı yayın organına göre farklılık gösterir
nitelikte bulunmuştur. Çalışmada haberlerin “ilgili otoriteleri hareket geçirme
konusunda etkili olduğu, fakat bütün gelişmelerin seyri izlendiğinde olayın
ciddi bir biçimde ele alınmasında önemli bir zamana yayıldığı” vurgulanmaktadır
(Karagöz, 2012:181-185).
“Küreselleşmenin Yerel Televizyon Programlarına Yansıması:
Doğu Karadeniz Televizyonlarında Sağlık Programları” başlıklı doktora tezinde
Vildan Mahmutoğlu (2007) yayılan küresel kültürün yerel toplumlara yansıması ve
ortaya çıkan melez kültürlerin yerel televizyon programlarına yansımasını
incelemiştir. Bu amaçla Mahmutoğlu, Doğu Karadeniz (Trabzon, Rize ve Ardeşen)
yerel televizyonlarında sağlık programı yapan toplam 8 programcıyla yarı
yapılandırılmış görüşme gerçekleştirmiştir. Çalışmada, programcıların daha
önceden bölgenin bu boyutta sorunu olmayan kanser vakalarını programlarının
içeriklerine dâhil edip etmedikleri araştırılmıştır. Böylece yerel
televizyonların değişen yerel toplumları yansıtıp yansıtamadığı sorgulanmıştır.
İlk aşamada yerel televizyonlarda program oluşumunda etkili olan faktörler
(yerel alana ait sorunların programlara alınıp almadığı ve küresel sorunların
yerel kültüre dâhil olmasının program içeriklerine yansıyıp yansımadığı),
ikinci aşamada da küresel bir felaket olan Çernobil’in (Ukrayna’da 1986’da
meydana gelen Çernobil nükleer santralindeki patlamanın) yerel bölge kültürüne
nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur. Mahmutoğlu (2007:180-182) ilk aşamaya
ilişkin bulguları şu şekilde yorumlamaktadır:
- “(Yerel)
Programcılar genelde kendi inisiyatiflerini kullanarak program yapmaya
başlayabilmektedirler. Yaygın medyada görülen sıkı editoryal baskı yerel
televizyonlarda bulunmamaktadır (…) Yerel televizyonlar (…) yaşadıkları
bölgeye karsı
sorumluluk anlayışına sahiptirler. Ayrıca reklamdan önemli karlar elde
edilmediğinden reklam verenlerin programların içeriğine karışması
söz konusu değildir.
Programcılar amaçlarının bölgede yasayan Karadenizlilere veya küresel
etno alanda yasayan
Karadenizlilere yayın yapmak olduğunu belirtmektedirler. Programcılar
aynı bölgede yasadıklarından aslında kendi içlerinde yaşadıkları
sorunları bilerek ekrana taşımaktadırlar. (…) Yerel medya çalışanları
hedef kitlesini çok iyi tanımaktadır (…) Ulusal yayınlarda ise programcı daha
çok genel izleyici kitlesine yayın yapmaktadır. Program içeriğini
ise kendisi değil
program yapımcısı ve danışmanlar hazırlamaktadır. Ulusal yayınlarda programı sunan
ve hazırlayan genelde farklı kişilerdir. Fakat yerel
televizyonlarda çoğunlukla programı sunan ve hazırlayan aynı kişidir
(…) Yerel televizyon programcısı izleyici tepkilerini, geri dönüşümü
direkt olarak alabilmektedir. Ulusal televizyonlarda ise geri dönüşüm
e-mailler, telefon bağlantılarıyla olmaktadır (…) Yerel televizyonlarda içerik
oluşumundaki en önemli öğe programcının kendi kültürlenme süreci ve kendi
perspektifidir. Çünkü serbest bırakılan programcı, sahip olduğu vizyonunu aktarmaktadır.
Genellikle yayınlarda bölge insanının yaygın medyada bulamayacağı, o bölgeye
ait hastalıkların islenmesine çalışılmaktadır. Öncelik bölgenin sağlık
sorunlarının aktarılmasıdır. Örneğin beslenme alışkanlıklarından dolayı sıkça
görülen kalp damar hastalıkları ya da bölgenin sürekli yağış alması ve çay
bahçelerinin nemli ıslak ortamlarında çalışılmasından dolayı romatizmal
hastalıklar programlarda sıkça islenen konular arasındadır. Ancak ulusal
dolaşımdan da etkilenilmektedir. Ulusal kanallardaki sağlık programlarını takip
eden programcılar kendi programlarına da buradan gördükleri konuları dâhil
edebilmektedirler.
Mahmutoğlu (2007:183) ikinci aşamaya yönelik olarak görüşülen
8 programcının da kanser konusunu işlediklerini ve bunun nedeni olarak Çernobil’i
düşündüklerini belirtmektedir. Ancak sağlık programcılarının konuyu
derinlemesine tartışamadıklarını, çünkü konuyla ilgili konuşacak konu
bulamadıklarını ve “konuk sıkıntısının” en büyük sorun olduğunu ifade
etmektedir. Çalışmada ayrıca programcıların 7’sinin ailesinde kanserli hasta
bulunduğu ve bu boyutuyla da programcının kendi yaşadığı sorunu ekrana taşıdığı
da kaydedilmektedir.
Pozitif Yaşam Derneğinin “Türkiye’de HIV ile Yaşayan Kişilerin
Yaşadıkları Hak İhlalleri Raporu”nda da şöyle denilmektedir (Soyer ve Kayar,
2010):
- “Medyanın
HIV/AIDS ile ilgili önyargıları körükleyen haberleri geçmiş yıllardaki
varlığını bu yıl da sürdürmüştür. Basına yansıyan haberlerde HIV ile yaşayan
kişiler, isim ve resimleri verilerek kamuoyuna deşifre edilmiş ve kişisel
bilgilerin gizliliği ihlalleri manşetlerde yer almıştır. Etik dışı habercilik
anlayışıyla medya, HIV ile yaşayan kişilerin her alanda dışlanma ve ayrımcılık
yaşamasının temel unsuru olarak varlığını devam ettirmektedir.”
Öte yandan genel anlamda sağlık haberciliği ile ilgili
olmayıp, sağlık alt konusu olarak AIDS haberleri üzerinde yapılmış Yüksel’in
(2009) çalışmasından da söz edilebilir. Türkiye’de gazetelerin AIDS konusuna
gösterdikleri önemle AIDS’in gerçek yaşamdaki önemini karşılaştıran Yüksel’in
çalışmasında elde edilen bulgular, AIDS konusundaki haber sayısı ile AIDS/HIV
taşıyan ve hastalığı tespit edilenlerin sayısı arasında anlamlı bir ilişki
bulunmadığın ortaya koymaktadır. Çalışmada 2000-2006 yılları arasında
Türkiye’de yayımlanan tüm gazete ve dergilerdeki AIDS konulu haber sayısıyla
birlikte en yüksek tiraja sahip 10 gazetede çıkan haber sayısı, Sağlık
Bakanlığı’ndan elde edilen AIDS hastası ve taşıcılarının sayısı
karşılaştırılmıştır. Bulgular ülke genelinde çıkan tüm basılı yayınlardaki
haber sayısı ile AIDS taşıyan ve hasta sayısı arasında pozitif (r= 0,194;
p=0,676); ancak en yüksek tiraja sahip 10 gazeteyle negatif yönlü (r= -0,226;
p=0,626) bir ilişkiyi ortaya koymuştur. Bu sonuç da genel olarak gazetelerin
AIDS konusuna yeterince önem vermedikleri şeklinde yorumlanmıştır.