4.3.Yayın İçerikleri, Kaynak Kişi ve Konuklara Yönelik Çalışmalar

Sağlık konulu yayınların içeriklerine yönelik eleştirileri genel olarak verilen bilgi alınan ya da görüşlerine başvurulan kişilerden kaynaklanan eleştiriler, bu kişilerin yetersiz ya da bilgisiz bir şekilde bilgi aktarmaları, bu sayede oluşan bilgi kirliliği, dil ve anlatım biçiminden kaynaklanan sorunlar, kamuoyu üzerinde bırakılan olumsuz etki ya da izlenimler çerçevesinde ele almak mümkündür.

Bu bağlamda Hürriyet gazetesindeki “Sağlık Haberinde Bilgi Kirlenmesi” başlıklı yazısında Müftüoğlu (2006) sağlık haberlerinin giderek arttığını, yanlış haberlere daha fazla yer verilmeye başlandığını, sağlık haberlerinin ciddi bir denetim ve elekten geçirildikten sonra yayınlanması gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla daha eski örnekleri olsa da sağlık konulu yayınlara ilişkin şikâyetlerin 2000’li yılları ortalarından itibaren daha fazla dikkati çektiği ve artık medya içeriklerinde de yazılmaya başlandığı söylenebilir.
Türk Kardiyoloji Derneği’nin “Medya ile İlişkilerde Etik” konulu yazısında medya içeriklerine yönelik şu tanımlaması, sayısı daha da arttırılabilecek bu tür eleştirileri özetlemesi açısından önemlidir[1]:
-   “Ülkemizde sağlık ile ilişkili bölümler daha çok advertorial düzeyinde kalan tam sayfa ilan veya radyo ve TV programları ile daha çok kadın kozmetiği ve estetiği, ya da kendini tekrarlayan sağlıklı cinsel yaşam önerileriyle sınırlı kalmıştır…. Öte yandan, sağlıklı ve dengeli beslenme adı altında, yüzlerce ekstre veya her biri ecza sektörünün birer ürünü olan maddeler yaşlanmanın geciktirilmesi, kalp damar sağlığı veya kozmetik amaçlarla tüketicilere sunulmaktadır…. Bu ürünlerin neredeyse hiçbiri, herhangi bir biçimde, kanıta dayalı tıp ilkelerine göre sınanmış, yararı ve zararı hakkında herhangi bir bilimsel hükme varılmış değildir. Çağdaş tıbbın bakış açısından bu ürünlerin çok büyük bir bölümünün, geleneksel tedavinin bir parçası olan ve bazılarının yararı da ortaya konulmuş olan kocakarı ilaçlarına kıyasla hiçbir üstünlüğü yoktur. …bilim dışı yaklaşımlar bir sektör olarak hayat bulmuştur…. Yakın dönemlerde ortaya çıkan ‘anti-aging’ adlı gerçekte karşılığı olmayan bir ‘sözde alan’, bazı çok satan basın-yayın organlarında ve TV kanallarında adeta yeni bir bilim dalı olarak ve iç hastalıkları gibi belirli alanlarda elde edilmiş akademik unvanları taşıyan saygın hekimler tarafından sunulmaktadır…. kişisel inanca veya beklentilere dayalı tedavi önerileri ne yazıktır ki, mesnetsiz iddialardan ibaret kalmaktadır…. Ekonomi haberciliğinde sermaye piyasalarında oluşan bazı olumsuz değişiklikleri küçük yatırımcıyı panik içine sokmadan ve doğru tahlil edebilme hassasiyeti ne kadar önemliyse, sağlık haberciliği de en az aynı dikkati hak etmektedir.”

Bir başka nokta “doğruluğu kesin olmayan ya da tartışmalı konularda” yapılacak haberlerde bu durumun açık bir şekilde ifade edilip edilmediğidir (Sütlaş, 2007a: 186). Bu da alının bilginin başka kaynaklardan kontrol edilmesi ve doğruluğu sınandıktan sonra ya da “üzerinde tartışmanın sürdüğü belirtilerek” yayımlanması şartını gerekli kılmaktadır.
Bu arada Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nin RTÜK’e başvurusuna bakılabilir. RTÜK'e iletilen 20 Nisan 2009 tarihli yazıda tedavisi mümkün olmayan kas hastalıkları konu edilerek şöyle denilmektedir:
-   "Televizyon üyelerimizin en etkin eğlence ve eğitim aracıdır. Ancak üzülerek gözlemlemekteyiz ki, medikal bilgisi eksik ve hastalıkların tedavisi konusunda bilgisiz bazı kişiler (çoğu doktor olmayan) alternatif tıp adı altında bitkilerle tedavi önerilerinde bulunmaktadır. Örneğin solunum şikâyeti olan izleyiciye bazı bitki karışımları önerilmekte ve kesin iyileşeceği söylenmektedir. Oysa solunum sıkıntısı bir hastalık belirtisidir ve birçok nedene bağlıdır. Türkiye Kas Hastalıkları Derneği olarak yukarıda açıklamaya çalıştığımız yayınları ve kişileri hastalarımız açısından büyük bir tehlike olarak görmektedir." Hatta dernek, hasta sağlığı başta olmak üzere insan sağlığını olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olan bu yayınların denetlenmesi ve mümkünse yasaklanması için RTÜK'ün gereğini yapmasını ivedilikle rica etmektedir.”

Örneğin 2009 yılında, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü tarafından RTÜK'e gönderilen ve oradan da yayın temsilcilerine iletilen “iyotlu tuz” kullanımıyla ilgili yazıda, toplumun bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesinin önemine işaret edilerek şu eleştiride bulunulmaktadır[2]: "Konunun uzmanı olmayan, radyo-televizyon programlarına konuk olan kişilerce yanlış beyanatlar verilmesi toplumu olumsuz olarak etkilemekte olup Bakanlığımızca bu konuda yapılan çalışmalara sekte vurmaktadır.”
Türk Kardiyoloji Derneği’nin kamuoyu açıklaması da dikkat çekicidir. “Kanserde aşı tedavisi” konulu açıklamada konunun yaklaşık 40 yıldır yoğun bir şekilde araştırılmakta olduğuna dikkat çekilerek araştırmalar hakkında bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir:
-   “Yazılı ve görsel basında kanser konusunda çıkan her türlü haber, kanser hastalarını ve yakınlarını harekete geçirmektedir. Hastalarımızın ve hasta yakınlarının hassasiyetleri de maalesef kimi zaman bu tür tedavi uygulamaları yaptığını iddia eden bazı sözde bilim insanları tarafından istismar edilebilmektedir. Benzer bir durum olarak; son dönemde bazı mecralarda yer alan ve bir klinikte yapıldığı belirtilen aşı ile ilgili yayınlanmış güvenilir bir çalışma sonucu bulunmamaktadır (…) Yaptığımız literatür taramasında, ilgili merkezin ve ismi geçen doktorun ikna edici bilimsel yayınlarına rastlanmamıştır (…) Hastalarımızı, mevcut kanser tedavilerine devam etmeleri ve doktorlarına danışmadan bu ve bunun gibi gelecekte de sıklıklar karşılaşacakları bilimsel etkinlik kanıtları olmayan tedavi yöntemlerine kapılmamaları konusunda uyarıyoruz[3].”

Sağlık konulu medya içerikleri üzerine son yıllarda dikkati çeken en önemli açıklamalar ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK) gelmiştir. “Domuz Gribi” salgını konusunda televizyon ekranlarından yapılan yayınlar RTÜK’ün uyarıda bulunmasını gerekli kılmıştır. “Hem halkı zamanında ve doğru bilgilendirme açısından, hem de sağduyulu davranma ve gereksiz panik havası oluşturmama noktasında medyanın sorumluluğu ve sorumlu yayın anlayışının önemi daha da artmaktadır” denilen 8 Mayıs 2009 tarihli RTÜK’ün açıklamasında, yayıncı kuruluşların Genel Yayın Yönetmenleri/ Müdürlerinden bazı önlemler almaları istenmiştir. Uyarıda sıralanan önlemler arasında tüm haber ve yayınlarda Sağlık Bakanlığı’ndan bilgi alınması, konu hakkında kamuoyunu bilgilendiren kimselerin alanında güvenilir, uzman kimseler olmasına dikkat edilmesi, arşiv görüntüler yayınlandığında bunun kesinlikle belirtilmesi ve kamuoyunu paniğe sevk edecek ifade ve görüntülere yer verilmemesi, kamuoyunu bilgilendirmek amaçlı, ilgili kurumların hazırladığı bilgilendirici spot filmlere yer verilmesi, konunun bahane edilerek sosyal, kültürel, ekonomik ve turizm gibi alanlarda birtakım yanlış beklenti ve hedefleri olanlara fırsat verilmemesi ve Türkiye’nin uluslararası camiada yanlış tanıtılmamasına dikkat edilmesi yer almaktadır. Uyarıda ayrıca yer alan kısa bir açıklama da oldukça dikkat çekici niteliktedir; çünkü 2003 yılında yaşanan SARS hastalığıyla ilgili haberlerin eleştirildiği bu ifadede şöyle denilmektedir: “SARS hastalığıyla ilgili oluşturulan atmosferde, hastalığın sosyal ve ekonomik sonuçları tıbbi sonuçlarından daha olumsuz olmuştur.”
Yalnızca doğrudan sağlık konulu yayınlar değil, diğer yayın içeriklerindeki sağlık konulu içerikler de eleştiri konusu olmuştur. Örneğin Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün RTÜK'e gönderdiği 31 Mart 2008 tarihli "TV Kanallarında Yayınlanan Yemek Programları" konulu yazıda toplumun beslenme konusundaki bilgi düzeyinin yetersizliği ele alınmaktadır. Yazıda "Çeşitli TV kanallarında yer alan bu programlarda, beslenme ilkelerine uygun yemek tariflerinin yer alması büyük önem taşımaktadır" denilerek besinlerin hazırlanması ve doğru beslenmeye ilişkin kimi noktalara dikkat çekilmektedir. 
Ülkenin en çok izlenen kanalında yine en çok izlenen dizilerden birinde işlenen ya da anlatılanlar da toplumun yanlış bilgilendirilmesine yol açmıştır. Kanal D ekranlarında yayınlanan "Binbir Gece" adlı dizide senaryo gereği lösemi hastası bir çocuk için başlatılan kan (kemik iliği) bağışı kampanyasının ve bu bağışları kabul eden sanal bir doku bankasının varlığı tepkilere yol açmıştır. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı tarafından 20 Mayıs 2008 günü RTÜK'e iletilen konuyla ilgili açıklamada, "gerçek olmayan bu durum karşısında Bakanlığımız ve bağlı sağlık kurumlarına ülkemizin dört bir yanından bağış yapmak talebiyle başvuru olmuştur" denilmektedir. Açıklamada yer alan şu değerlendirme dikkat çekicidir: "Rating kaygısıyla toplumumuzun duyarlılığı ve duygusallığı kullanılmakta, sanal kampanyalar ve sanal kurumlarla beklentiler oluşturulmakta ancak karşılığı sunulamamaktadır. Bu durum, organ ve doku bağışı gibi ülkemizin ihtiyaç duyduğu hassas bir konuda, halkımızın gerçek kampanyalara bakışını ve yaklaşımını da olumsuz etkileme riski taşımaktadır".
Sosyal Pediatri Derneği tarafından 24 Ocak 2007’de Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen “Basın Yayında Çocuk Sağlığı” konulu sempozyumun sonuç bildirgesinde çocukların reklam malzemesi olarak kullanılmaması gerektiğine işaret edilerek RTÜK, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Özdenetim Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’na yönelik çağrıda bulunulmuştur (Akt.: Sütlaş, 2007a:138-139). Birçok noktayla birlikte bildirgede, “Anne sütü yerine kullanılan ürünlerin reklamları yasaklanmalıdır… mevcut kanunlar göz önüne alınarak gerekli yaptırımlarda bulunulmalıdır”, “çocuk sağlığını ilgilendiren konularda reklam yapılmamalıdır”, “reklamlar şiddet, tüketim sömürüsü, duygusal ya da cinsel istismar içermemelidir”, “çocuklar reklam malzemesi olarak kullanılmamalıdır” gibi oldukça uzun bir liste yapılması gerekenler listesi sunulmaktadır.
Sağlık haberciliğinde birden fazla kaynağa başvurmak özel bir öneme sahiptir. Bu anlamda Sütlaş (2007a: 181) “Tıpta adına ekol denilen farklı yaklaşımlar olduğu için eğer varsa bu farklılıkların araştırılması ve haberin içinde belirtilmesi başka bir önemli unsurdur. Bu noktada eğer haber bir uzmana dayandırılıyorsa, onun yanlış ya da yalan söyleme ihtimali nedeniyle değil, bu farklı yaklaşımlar nedeniyle en az bir uzmandan daha görüş alınması gereklidir” demektedir.
Gazeteci-haber kaynağı ilişkisinde Sütlaş (2007a: 203) “eşit, soran-yanıtlayan, bilgi alan-bilgi veren ilişkisinden öteye gitmemelidir” demektedir. “Verilen haberde kaynağın adı ve verdiği bilgilerin eksiksiz ve doğru biçimde belirtilmesi bu kaynağın emeğine saygının gereğidir” diyen Sütlaş (2007a: 216) “Diğer yandan da bu tutum haberi de güvenilir ve doğru kılar” diye yazmaktadır.
Sütlaş’a (2007a: 216) göre “Tıp bilimi sürekli gelişip değişmekte ve ilerlemektedir. Bilimsel bilginin temel unsuru yanlışlanabilir olmasıdır. Dolayısıyla kaynağı belirtmek, onun olası yanlışlarına karşı gazeteci açısından bir anlamda koruyucu olacaktır”. Onun ifadesiyle “Sağlık ve tıp alanı sürekli değişen ve yenilenen bir alandır. Dün doğru olan bugün yanlış olabilir. Gerçek sanılanın hiç olmamış olduğunu da anlamak olasıdır (2007a: 241).” Dolayısıyla sağlık habercisi de bunun bilincinde olup dikkatli bir şeklide sürekli sorgulamalıdır.
Örneğin Müftüoğlu (2009) “Tıp Terörüne Dikkat” başlıklı yazısında bazı sağlık yazıları içindeki yanlış bilgilerin korku, endişe ya da tereddüte yol açabildiğini belirterek şöyle demektedir:
-   Sağlık alanında bilgilenmek (medya aracılığıyla sağlık bilincini güçlendirmek, geliştirmek) son derece faydalı! Buna rağmen, konu son zamanlarda doktorlar ve diğer sağlık uzmanlarının alanı olmaktan çıktı. Aklına gelen, aklına geldiği gibi yazıp, çiziyor! Diline ne takılırsa çekinmeden söylüyor. Bazıları televizyon televizyon dolaşıyor, gazete gazete, dergi dergi turluyor! Bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan önerileri ile insanların kafasını karıştırmaktan, korkutmaktan, uykularını kaçırmaktan çekinmiyorlar. Bunların kimi kimyacı, kimi simyacı! Kimi uzaydan gelen bilgileri aktaran bir medyum, kimi bitki-ot-çöp tüccarı! Bunların içinde akademik titri olanlar da yok değil! İşte “akademisyen yazar”lardan biri geçenlerde “üzüm yaraların kapanmasını geciktirir” diye yazı yazmış. (Bir hastamın uyarısı üzerine yazıyı ben de okudum. Okuduklarımla dehşete düştüm. (…) Bu bilgiyi okuyan sağlık uzmanlarının, özellikle doktorların tek kelimelik bir tepkisi oluyor: İnsaf! Bu değerli bilim adamının söz konusu çalışmaları hangi laboratuvarlarda, hangi bilimsel koşullarla yaptığını ve sonuçlarını hangi hakemli bilimsel dergilerde yayınladığını bütün tıp camiası merak ediyor.




[1] “Bölüm 8-Medya İle İlişkilerde Etik”, Türk Kadiyol Dern Arş 37 (3):36-40’de yayımlanan yazıya 10 Ocak 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.tkd-online.org/dergi/TKDA_37_70_36_40.pdf
[2] Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü tarafından RTÜK'e gönderilen 22 Haziran 2009 tarih ve B.10.0.AÇS.0.14.00.00.06-020-351-1-3699 sayılı "İyotlu tuz" konulu yazı.
[3] “Kanserde Aşı Tedavisi.” (T.y.). 24 Şubat 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.kanser.org/toplum/?action=sayfa&id=4