1.PROBLEM

Türkiye’de son yıllarda medyada sağlık haberciliği konusuna özel bir ilginin gösterildiği gözlemlenmektedir. “Sağlıklı yaşam”, “diyet”, “kolesterol”, “estetik operasyonlar”, “selülit tedavisi”, “alternatif tıp”, “şifalı bitkiler”, “şifalı taşlar” gibi bazı konu başlıklarından başlayarak, daha özel alanlara kadar uzanan geniş bir yelpazede bilgi, reçete ya da tavsiyeler medya aracılığıyla kamuoyuna aktarılmaktadır. 


Sağlık konulu yayıncılığa  yönelik bu artışla birlikte, kamuoyuna aktarılan bilgilerin doğruluğu, güvenilirliği ve geçerliliği anlamındaki kaygılar da aynı oranda artmaktadır. Özellikle salgın hastalıklar, alternatif tıp ve şifalı bitkiler vb. konulardaki yanlış bilgilendirmeler, geri dönüşü zor ya da imkânsız olumsuz etkiler bırakabilmektedir. Hatta kimi zaman hastanın hekim yerine kendi kendine uyguladığı yanlış bilgilenmeye dayalı bazı uygulamalar çok ciddi zararlar verebilmekte, kimi zaman ölümle sonuçlanabilmektedir. Sağlık Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu başta olmak üzere resmi kurumlar ve bu konuda sorumluluk hisseden kimi sivil toplum kuruluşları medya aracılığıyla yapılan yanlış bilgilendirmeler konusunda uyarılarda bulunmakta, medya profesyonelleri sorumlu davranmaya davet edilmektedir. 

 Medya içeriklerine yönelik söz konusu eleştiriler büyük ölçüde bu yayın içeriklerinin “ne kadar sağlıklı olduğu”, eş deyişle “ne kadar bilgilendirici olduğu” ve “hangi düzeyde kamu yararını gözettiği” sorularını gündeme getirmektedir. Kimi zaman doğrudan sağlık haberleri, kimi zaman beslenme ve sağlıklı yaşam konularını işleyen yazı ve programlar, kimi zaman da sağlık konularına bir şekilde değinilen televizyon dizileri ya da reklamlar bile bu eleştirilerin konusu olmaktadır. Eleştiriler ise başta küreselleşme ve yeni liberal sağlık politikalarına bağlı olarak sağlıkta ticarileşme, reklam, reyting, magazinleşme, kişisel ya kurumsal çıkar ilişkileri ya da cehalet gibi başlıklarla özetlenebilmektedir. Eleştirilerin asıl dikkati çeken yönü ise konunun öznesi olan sağlığa yönelik bilginin insan yaşamındaki öneminden kaynaklanmaktadır. Çünkü Türk Kardiyoloji Derneği’nin (2009) de işaret ettiği gibi “Ekonomi haberciliğinde sermaye piyasalarında oluşan bazı olumsuz değişiklikleri küçük yatırımcıyı panik içine sokmadan ve doğru tahlil edebilme hassasiyeti ne kadar önemliyse, sağlık haberciliği de en az aynı dikkati hak etmektedir.” Çünkü sağlık konulu yayıncılıkta yanlış, eksik ya da söylenmeyen bir bilgi doğrudan insanların yaşam biçimlerini, sağlıklı yaşama haklarını ve hatta canlarını bile tehlikeye atabilecek öneme sahiptir.

Aslında sağlık konulu yayınlar doğru kullanılırsa insanların sağlık ve yaşam kalitelerini artırabilecek potansiyele de sahiptir. Çünkü başta sağlığın korunması, geliştirilmesi, alınacak tedbirler ve tedaviye yönelik eğitim ve bilgilendirme medya aracılığıyla yapıldığında toplumsal düzeyde çok olumlu ve önemli sonuçlar alınabilmektedir.

Koruyucu sağlık eğitiminin insan sağlığı üzerindeki etkisi dışında, bir başka yönü de ülke ekonomisine sağladığı katkıdır. Çünkü ilave bir hayat kurtarmanın maliyeti koruyucu hekimlikte ortalama olarak 250 ABD doları iken, bu rakam tedavi edici hekimlikte 5000 dolara kadar çıkmaktadır (Bulun, Demirbaş ve Kapıcıoğlu, T.y.)”. Başka bir deyişle insanlara sağlığını korumayı öğretmek yerine hastalandıklarında tedavi etmeye çalışmak 20 kat daha pahalı bir harcama yapmak demektir. Koruyucu hekimlik yalnızca sağlık giderlerini azaltmakla kalmamakta, aynı zamanda ülkedeki insanların sağlıklı yaşam kalitesi de artmakta, halk sağlığı korunmakta ve ülke kalkınmasına katkıda bulunacak daha sağlıklı nesiller yetişmektedir (Kabil, T.y.). Koruyucu sağlık hizmetleri çoğu zaman kişisel fayda hedeflemediği ve tüm toplumun yararı söz konusu olduğu için gelir dağılımındaki dengesizlikleri azaltıcı bir rol de oynamaktadır (Bulun, Demirbaş ve Kapıcıoğlu, T.y.). İşte bu nedenlerle “koruyucu hekimlik” ve “sağlığın geliştirilmesi” kavramları çağdaş sağlık anlayışı çerçevesinde son yıllarda gittikçe daha fazla öne çıkmaktadır.
“Sağlık hizmetlerinin halkın ayağına gitmesi” koruyucu sağlık hizmetlerinin temel unsurlarından biridir. Ancak, her ne kadar alt yapı ve bina sayıları arttırılsa da Türkiye’de halkın sağlık konularında yeterli bilgi, tutum ve davranışlara sahip olmadığı da dikkat çekilen bir durumdur (Özsarı, 1995: 3; Mazgit, 1998, 54). İşte bu noktada da kitlesel iletişim imkânına sahip medyaya önemli bir rol düşmektedir. Çünkü bireysel ve kitlesel sağlık eğitimi alanında yararlanılabilecek en etkili yolların belki de başında “medya” gelmektedir. Gerçekten de medya, kitlesel eğitim aracı olarak gerek Türkiye’de ve gerekse yurt dışındaki pek çok çalışma ve kampanyada yararlanılan etkili bir araçtır. Özellikle de televizyonun kitlesel bilgilendirme ve bilinçlendirmedeki payı daha da büyüktür. Türkiye’de İtalya’da, Hindistan’da, Afrika’nın birçok ülkesinde ve kimi zaman da UNESCO’nun da desteklediği sağlık, çevre sağlığı, beslenme ve okuma-yazma gibi farklı konularda radyo ve televizyonlar aracılığıyla eğitimler gerçekleştirilmiş ve başarılı sonuçlar alınmıştır (Hoşgeçin ve Tozkoparan, 1995: 11). Bu doğrultuda, Türkiye’de de sağlıklı bir hayatın sürdürülmesi, yaşam kalitesinin artırılması ve hastalıklardan korunmak için uygulanan koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik ihtiyacı gidermek adına medyadan yararlanılabilir (Hoşgeçin ve Tozkoparan, 1995).
Oysa Türkiye’de medyanın sağlık konulu yayınlarına yönelik eleştiriler hatırlandığında ise medyanın bu imkân, işlev ve sorumluluklarıyla bağdaşmayan bir görünüm sergilediği söylenebilir. Başka bir deyişle, Türkiye'deki sağlık konulu medya içeriğine yönelik eleştiriler, sağlık eğitiminde doğru bir şekilde yararlanıldığında büyük başarı sağlanabilecek medya aracılığıyla eğitim fırsatının yanlış kullanımına işaret etmektedir.  
Türk Kardiyoloji Derneği’nin açıklamasında medya ve sağlık sektörü ilişkisinin “yaşamsal” olduğuna işaret edilmekte ve günümüz koşullarına ilişkin eleştirilerde bulunularak şöyle denilmektedir:
-   “Hasta artık şifa arayan çaresiz bir kişiden hizmet satın alan küçük tüketiciye dönüşmüştür. Bu tüketicinin haklarının bilincinde olması ve istismar edilmesini önleyen uygun tercihlerde bulunabilmesi ise ancak doğru bilgilendirilmesiyle mümkündür. Kitlesel iletişim ortamlarının tayin edici rolü bu noktada yaşamsal önem kazanmaktadır. Kavram kargaşalarının berraklaştırılması, sorunların doğru tanımlarının ve çözüm önerilerinin, en yalın ve açık biçimlerde kamuoyuna aktarılabilmesi bakımından medyanın vazgeçilemez bir işlevi olmalıdır” (Türk Kardiyoloji Derneği, 2009).

Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü İletişim ve Dokümantasyon Grubu'nca 1995 yılında yayımlanan "Kitle İletişim Araçlarında Sağlık Haberciliği ve Halkın Sağlık Eğitiminde Kullanımı" başlıklı raporda,  diğer ülkelerde medyanın sağlık eğitiminde kullanımının denendiği ve bunun başarılı olduğunun gözlendiği belirtilmiştir. Sağlık yayıncılığının geliştirilmesi için atılması gereken adımlara işaret edilmiştir. Raporda gerek Sağlık Bakanlığı'nın medya ile iletişiminde, gerekse medya profesyonellerinin sağlık konularındaki yayınlarda dikkat etmesi gereken noktaların altı çizilmiştir.

  Öte yandan medyanın sağlık konulu yayınlar karşısında göstermesi gereken sorumluluk doğrultusunda, Türkiye’de ilk kez 1991 yılında ESAM-DER (Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği) kurulmuştur. “Eğitimli gazeteci – sağlıklı haber” anlayışı içerisinde kurulan derneğin amaçları; eğitim ve sağlık alanında haberciliğin kalitesinin arttırılması, mesleki dayanışma, halkın doğru bilgilendirilmesi ve etik kuralların uygulanmasını sağlamak şeklinde özetlenmektedir[1].  

ESAM, Türk Tabipleri Birliği ve TÜBİTAK tarafından 18-20 Haziran 1999 tarihleri arasında gerçekleştirilen, sağlık haberciliğinin tartışıldığı toplantıda, “daha sağlıklı bir toplum için iyi hekimlik ve iyi gazetecilik yapmanın önemine işaret edilerek, “Halkın Yararı İçin Sağlık Haberciliği Bildirgesi” açıklanmıştır. On iki maddeden oluşan bildirgenin ilk maddesinde sağlık haberciliği alanında önemli sorunlar yaşandığına işaret edilmiştir. Diğer maddelerde de genel olarak sağlık haberciliğinde uzmanlaşmanın desteklenmesi, muhabirlerin bağımsızlığı, sorumluluğu, sağlık sayfası ya da bölümlerinin oluşturulması, sağlık habercileri için bilimsel danışma havuzunun oluşturulması, haber kaynaklarının eğitilmesi, sağlık muhabirliğinin iletişim fakültelerinde bir ders olarak kabul edilmesi, sağlık muhabirlerine sürekli eğitim olanağı yaratılması, tıbbi dergilerdeki araştırmaların haber kaynağı olarak kullanılmasının sağlanması, etik ilkelere dikkat edilmesi konularına yer verilmektedir[2]
Bununla birlikte gerek Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nde, gerekse Dünya Sağlık Örgütü’nün Moskova toplantısının sonuç bildirgesinde ve daha birçok etik ilke ve kuralların konu alındığı açıklamalarda sağlık haberciliğine ilişkin dikkat edilmesi gereken pek çok hususun varlığı dikkati çekmektedir. Medya ve sağlık konulu birçok toplantıda da sağlık konulu yayınlar üzerine eleştiriler ve dikkat edilmesi gerekenler üzerinde durulmuştur.
Üniversitelerde de sağlık haberciliği son yıllarda giderek daha fazla ilgi gören bir alan olmuştur. Bu anlamda ilk kez 2000 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde, ardından Atatürk Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi iletişim fakültelerinde “Sağlık Gazeteciliği” ya da “Sağlık Haberciliği” adlarıyla dersler konulmuştur. Ancak proje fikrinin oluştuğu 2009 yılında, bu dört fakülte dışında, diğer 31 iletişim fakültesinde benzer bir ders adına rastlanılmamıştır[3].
Öte yandan sağlık haberciliğine yönelik araştırma ya da tez sayısının göreceli olarak azlığı da dikkati çekmiştir. Bu alandaki ilk kez olarak Kırış’ın (1988) yüksek lisans tezinde “Televizyonda Yayınlanan Kısa Süreli Sağlık Eğitimi Programlarının Ankara'daki Gecekondu Kadınlarının Davranışlarına Etkisine İlişkin Bazı Faktörler” ele alınmıştır. Tanyeli’nin (1999) yüksek lisans tezinde “Basında Yer Alan Sağlık Haberlerinin Etik İlkeler Açısından Değerlendirilmesi” yapılmıştır. İlhan’ın (2001) yüksek lisans çalışmasında “Medya ve Sağlık Sektöründe Özelleştirme: Medya Sahipliği ve Sağlık Haberleri İlişkisinin Çözümlenmesi” gerçekleştirilmiştir. Kolonkaya’nın (2002) doktora tezi ise konunun bir başka yönüne odaklanmıştır: “Sağlık Kurumlarında İletişim Sorunları.” Şeker (2004) de doktora tezinde “Yeni Bir İletişim Teknolojisi Olarak İnternet ve Bilgi Açığı: Örnek Olay İnternet Üzerinden Hizmet Veren Sağlık Siteleri” incelemesinde bulunmuştur. Çınarlı’nın (2004) doktora tezinde “Sağlığın Geliştirilmesinde Sağlık İletişimi Yöntemleri Olarak Sosyal Pazarlama, Medyada Savunuculuk ve Halkla İlişkilerin Etkisi” ele alınmıştır. Yıldız (2006) yüksek lisans tezinde “Medya ve Sağlık: Türk Basınında Sağlık İçerikli Haberlerin Bilgilendirme Potansiyeli” konusunu yazmıştır. Kumbasar’ın (2006) yüksek lisans tezi “İstanbul’da Yayımlanan Gazetelerde Sağlık Haberleri” başlığını taşımaktadır. Yaşar (2006) yüksek lisans tezinde “Türk Basınında Alternatif Tıbbın Sunumu” üzerine çalışmıştır. Tekin (2007) “Sağlık-Hastalık Olgusu ve Toplumsal Kökenleri” üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. Acar (2007) da “Yazılı Basında Kuş Gribi: Cumhuriyet, Zaman, Sabah ve Yeni Şafak Gazetelerindeki Kuş Gribi Haberlerinin İçerik Çözümlemesi” başlıklı tezi yazmıştır. Mahmutoğlu’nun (2007) doktora tezinde “Küreselleşmenin Yerel Televizyon Programlarına Yansıması: "Doğu Karadeniz Televizyonlarında Sağlık Programları" ele alınmıştır. Demir (2008) ise doktora çalışmasında “Yazılı Basında Yayınlanan Sağlık Haberlerinin Kamuoyuna Etkisi” konusunu yazmıştır. İşak’ın (2008) yüksek lisans çalışmasında “Hürriyet Gazetesi’nde Sağlık Haberciliği Konusunda Bir İçerik Analizi” gerçekleştirilmiştir. Gür (2009) de “Tüketim Kültürü Bağlamında Sağlık Haberleri” başlıklı doktora tezini yazmıştır. Dolayısıyla medya ve haberciliğin çeşitli boyutlarını da kapsayacak şekilde genel olarak sağlık iletişimi alanında 2009 yılı sonuna dek yazılmış toplam 13 tez bulunmuştur.

Sonuç olarak yukarıda özetlenen tartışma ve çalışmalar, Türkiye açısından sağlık konulu yayıncılık anlamında öncelikle temel oluşturabilecek nitelikte ve daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.




[1] “ESAM Kuruluş Amacı” (T.y.). 18 Ağustos 2009 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.esamder.org.tr/profil.asp.
[2] "Sağlık bilinci ve medya toplantısı yapıldı“ (2 Temmuz 1999). 18 Ağustos 2009 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://abone.turk.net/msut/medsag.htm
[3] “Üniversiteler” (T.y.). 18 Ağustos 2009 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.yok.gov.tr/content/view/527/222/lang,tr_TR/