- Pelin Öğüt: Şöyle de tuhaf bir çelişki
var: 1970’lerde bu işler yapılırken benim anladığım kadarıyla gazetelerde
sağlık haberi olarak ele alabileceğimiz, mesela organ nakli ya da organ bağışı
gibi bir şey düşünelim yani ayrılan yer ve süreye baktığımız zaman bugünkünden
çok çok daha az olduğunu görüyoruz. Bugün gazete eklerinde, hafta sonu
eklerinde, dergilerde, bazı gazetelerin sağlık sayfası var olmayanların da ara
sayfalarda vs. Sağlık aslında oldukça yer alıyor. Ama işin uzmanlaşma kısmına
baktığımızda tam tersi bir istikamet görüyoruz.
- Can Bilgili: 70’li yıllarda devlet
piyasası hâkimdi bu işlerde. Zaten devlet kötü bir şey varsa yayınlanmasın iyi
bir şey varsa da yayınlansın ama çok da abartılmasın. Yani sağlık haberciliği
devletin tekelinde ilerleyen bir uygulamaydı çünkü sağlığın piyasası da
devletin tekelindeydi. Ulus devlet dinamikleri. Yani devlet işin içinde bizzat
oluyordu. Sonra liberal piyasa uygulamalarıyla, liberal demeyeyim artık çarpık
liberal diyeyim ben ona, 1980 sonrasında bir sistem oluşturuldu ve oluşan
sistem içerisinde bir kısım özel piyasa sağlık alanında da oluşunca bu sefer de
o özel piyasanın iletişim ihtiyacını karşılayacak bir medya karşılığı oluştu.
Fakat piyasanın kuralsızlığı gibi o da kuralsız oluştu. Bir muhabir koyalım o
haberi yayınlayalım, bizim o özel hastanelerle ticari ilişkilerimiz de var,
çarpık, hızlı, çalakalem bir düzen oluştu. Şu anda hâlâ kurallar, kriterler
yok. Ve bunun da baş sorumlusu bence devletin kendisidir. Örneğin bu çalıştayı,
samimiyetle tebrik ederim bu anlamda, küçük de olsa bir nüvedir, iyi bir
çalışmadır, Anadolu Üniversitesi’nden bir grup akademisyen düşünüp yapıyor. Bu
çalıştayı koskoca imkânları olan Bakanlık yapabilirdi. Çünkü kuralları,
kriterleri değiştirme noktasında..
- Mustafa Sütlaş: Kural olması isteniyor
mu sizce?
- Can Bilgili: Olması lâzım.
- Mustafa Sütlaş: Olması lâzım başka,
isteniyor mu? Kapitalizm kuralsız olduğu zaman gelişir, kural olduğu zaman
kapitalizm gelişmez.
- Can Bilgili: Kapitalizm değil, liberal
piyasa diyelim.
- Mustafa Sütlaş: Liberal deyin fark
etmez, sistem kapitalizm olduğunda liberalizm onu sadece niteleyen bir şey
olur. Burada o alana kural konulması
demek rekabetin, karlılığın, dağıtım kanallarının kısıtlanması, sınırlanması
demek. Kar etmek isteyen bunu istemez. Bilen bir adam az önce gördüğümüz
haberler gibi bir haber yazmaz. Yani haberin içinde haberin temel unsurlarından
bir ya da iki tanesi var geri kalanı yok. Sattırmak isteyen öyle bir iyi haberi
istemez. Kim yapacak bunu? Bilgisi olan, en çok yere ulaşma imkânı olan. En hafifini
söyledi Yalçın. Yetişmesiyle ilgili ölçütü. Ben yurtdışında birinin haberini
okuyorum, haber yazan insan ismini yazıyor, yanına sağlık muhabiri yazıyor.
Bakıyorsun geçmişine, 15 yıllık bir geçmiş var yaptığı işle ilgili. Sağlık
Medya toplantılarına Amerika’dan en büyük gazetelerinden birinden bir adam
geldi, neyin nasıl olması gerektiğini anlattı, birinci ağızdan dinledik. Şimdi
böyle nitelikte bir sağlık habercisi az önce gördüğümüz gibi bir haberi yazamaz
ki. Böyle olması istenirse bu olur, istenmezse ya da bu ihtiyaç değilse bu
olmaz.
- Can Bilgili: Dediğiniz anlamda
istemeyebilirler fakat bu toplumla devlet arasındaki ilişki biçimidir aynı
zamanda. Biz istiyor muyuz, kendimize de sormamız lâzım. Eğer toplumda böyle
bir kalite talebi olursa, bir baskı grubu olursa, eğer siz bu çalışmayı yapıp
da gereken sözü söylerseniz ve bakanlık da bunun karşılığını vermezse o zaman
konuşalım.
- Mustafa Sütlaş: Bakanlığın bu alanda
zaten bütün düzenlemeyle ilgili bütün kuralları üzerinden atma gibi bir derdi
var.
- Aslıhan Çobaner: Biz tabi ki bakanlığı
şu anlamda temsil ediyoruz, hepimiz iletişim fakültesi mezunu ve bu alanda
olması gerektiği gibi bu işi yapmaya çalışan insanlarız.
- Mustafa Sütlaş: Bireysel anlamda
söylemiyorum, politik anlamda söylüyorum.
- Aslıhan Çobaner: Yani biz de bu mesleki
kaygılarla buradayız ama biz değişimin dinamikleri olacağız, buna da inanıyoruz
hepimiz.
- Nuray Özger: Ben 19 yıldır Anadolu
Ajansı’nda çalışıyorum, sadece muhabirim, sağlık alanına da bakıyorum, sağlık
muhabiriyim diyemem. Çünkü Başbakanlığa da bakıyorum Cumhurbaşkanlığına da
bakıyorum. Çünkü İstanbul’da böyle bir şey var. Ankara gibi değiliz biz, evet
Ankara’da sağlık muhabirimiz var. Ama spesifik olarak sağlık alanında özel
haber yapıyorum diyeyim. Yani İstanbul’da böyle bir şey var, yaptığınız özel
haberlerin alanlarıyla siz biraz daha öne çıkıyorsunuz. Daha çok sağlık
alanında özel haber yapıyorum, ESAM’ın da üyesiyim. Benim son dönemde çok net
gördüğüm bir şey var. Bizim gazetelerin eklerinde ya da televizyon ekranlarında
gördüğümüz sağlık haberlerini tamamen PR şirketleri yönetiyor. Son üç-dört
yıldır, ondan önce öyle değildi, biz koştururduk şu alanda mı haber yapalım,
üniversiteden hocaları bulalım. Şimdi öyle değil, şimdi benim cebimde
Blackberry var. Şimdi açayım mesajlara bakayım hep sağlık haberleri geliyor,
sürekli dökülüyor. Ve öyle enteresan bir sistem var ki PR şirketleri size
haberi sunuyor zaten, haber hazır geliyor. Ve çoğu ilaç firmalarının PR
şirketleri. Artık o kadar öğrendiler ki neyin nasıl haber olduğunu hangi ilacı
öne çıkaracaklarsa mutlaka üniversitelerden birinden bir profesör görüş
veriyor. Benim yapmama gerek yok, yani
benim özel olarak istememe, bir üniversiteden hocaya bir şey dememe gerek yok o
da geliyor hazır, fotoğraflar da geliyor. Telefon geliyor bana “Nuray hanım siz
sağlık alanında haber yapıyorsunuz” diye. Ben biliyorum bir ilaç firmasının
PR’ını yapıyor o şirket ya da bir doktorun PR’ını yapıyor. Tamamen PR
şirketleri yapıyor sağlık haberlerini şu an. Siz ayırmak zorundasınız içinden. Evet,
orada gerçekten tek bir şey devreye giriyor, sizin etik değerleriniz,
vicdanınız. Biraz mesleki geçmişinize olan saygınız, bazı şeyleri tartıyorsunuz
kendi kafanızda. Şu an yapılan sağlık haberciliği tamamen bu. Ben şimdi
bakıyorum, bana gelmiş bir sürü bülten var, görmüyorum, görmemek durumundayım
çünkü birçoğunu. Ama 2-3 gün sonra gazetelerin eklerinde hepsini görüyorum.
Şunu anlatamıyoruz biz PR’daki arkadaşlara, beni sürekli taciz ediyorsun da her
gün arıyorsun beni şunu gönderdim, bunu gönderdim diye senin bana gönderdiğin
bültende bana göre hiçbir şey yok. Ne halkı ilgilendiren bir şey var,
sansasyonel, magazinel de demiyorum. Türkiye’de çok yeni bir şey uygulanmış
olur ve bir haber değeri olur sen onu bana tacizle gönderirsin o zaman zaten
taciz etmene gerek yok ben onu senden talep ederim zaten. Sistem tamamen bunun
üzerine, İstanbul’da durum bu.
- Can Bilgili: Serbest piyasanın
içerisinde bu tür enstrümanların olması iletişim alanıyla ilgili sadece medya
özelinde değil genel olarak iletişim, reklam, halkla ilişkiler gibi, gayet
doğal. Fakat işin kökeni lisanslama sistemiyle ilgili bir sıkıntı. Yani bugün
bir masa bir kasa siz PR şirketi kurabiliyorsunuz. Böyle bir şey olmaz.
Herhangi bir meslek erbabı. Söyleyeyim o zaman dört yıl önce bir veteriner
Konya İletişim’in dekanıydı. Sorun burada.
- Nuray Özger: Bir terminoloji hatası var
hocam. Sağlık muhabiriyim diyemem ben. Üç günlük arkadaşın bunu dememesi
gerekiyor yani.
- Can Bilgili: Sizin demeniz lâzım da
sistem lisanslama sistemini kurmadığı için siz bu ülkede reklam ajansı,
iletişim şirketleri anlamında söylüyorum radyo televizyon burada hâlâ çalışma
hayatına ilişkin düzenlemeler yok. Bu işin çalışma hayatını düzenleyen,
piyasaya girişi düzenleyen bir kuralı yok yani. Medya işi yapacaksınız, patronaj
anlamında zaten bir engeliniz yok, diğer çalışma hayatı açısından baktığınızda
da herhangi bir okuldan mezun kişi bu işi yapabilir. Bir engel yok. Dolayısıyla
bir lisans sistemi getirdiğinizde bu iş çözülebilir. Biraz önce beyefendi
sordu, isteniyor mu diye. O ayrı bir soru başlığı. Ben de politik olarak
bakarsam yapılmak istenmediğini düşünürüm. Çünkü geçen 20 yıllık deneyim bunu
gösterdi, yapılmak istenmediğini. Bir de adam işe girme derdinde. Adam ben
sağlık muhabiri, ekonomi muhabiri olacağım demiyor. Bunların hepsi dünyada
endüstri ve kuralları var. Dünyada sadece Health Communication yok. Sports
Communication var, büyük bir endüstri. Siz Milan’ın markasını yönetecekseniz,
oraya alelade birini koymuyorsunuz. Büyük bir marka yönetiyorsunuz, orada milyar
dolarlar dönüyor. Dünyada bunların hepsi uzmanlık alanı, eğitimleri ve
lisanslama sistemleri var. Sizde bir iletişim fakültesi var, devasa bir yapı
gibi hepsini o versin. Böyle bir şey yok, iletişim fakültesi başka bir şey. Bu
bahsetmiş olduğumuz branş eğitimleri başka bir şey. Dolayısıyla bu spesifik
eğitimlerin verileceği modellerin üretilmesi gerekiyor. Sizin de ondan sonra
göğsünüzü gere gere şunu söylemeniz gerekiyor: Ben dört yılda bu konuda zaten
uzmanlık eğitimimi aldım, konuyla ilgili bütün uygulama çalışmalarında
bulundum. Aynı zamanda bu mesleği yaptım. Ben sağlık muhabiriyim
diyebilirsiniz. Ama bunu diyebileceğiniz zemininiz yok. Tespitler birebir doğru
fakat Türkiye’nin bu anlamda bir şey yapıyor olması lâzım. Aksi takdirde meslek
örgütü olarak var olmuş olmak bir şey ifade etmiyor.
- Yalçın Yılmaz: Gazeteciler Cemiyeti bir
dernek. Avrupa’da olduğu anlamda bir meslek örgütü yok. Orada basın kartını
veren meslek örgütü. Bizde başbakanlık veriyor.
- Can Bilgili: Amerika’da closer shop
vardır. Kapalı işçi sendikası herhangi bir mesleğe girmek istediğinizde der ki;
“Bu işin meslek kuruluşu budur. Oraya üye olmadan bu meslek alanında
çalışamazsın.” Dolayısıyla bir mesleki alanın dizaynı gerekli, bu denetlemeyi
kim yapacak sorusuna kadar gidiyor.
- Tufan Kaan: Ben sağlık alanındayım ama
basın alanında değilim, birkaç cümlede kendi tarafımdan gördüğüm şeyleri
aktarmak isterim. Tabi sağlık haberciliği ya da basında sağlığın yer alma
ölçüsü son 10-15 yılda niye bu kadar arttı? Bana kalırsa, sağlığın piyasalaşmasının
ve sağlığın bir hak olmaktan çıkıp bir meta unsuru olmasının bunda çok önemli
bir etkisi var. Tabi ki tek başına bu değil, ama sağlık haberlerini şöyle bir
kategorize edersek piyasa ve talep oluşturmaya yönelik haberlerin çok arttığını
görüyoruz. Arkadaşımız çok güzel söyledi, PR şirketleri yapıyor. Gidiyorsunuz
özel bir sağlık kuruluşu olarak veriyorsunuz 40-60 bin lirayı gazetenizi ya da
kanalınızı da seçiyorsunuz. Sizin orada haberiniz yapılıyor. İkincisi beden,
estetik, güzellik bu unsurların tanımlanması. Bu da piyasada bir talep unsuru
oluşturacak kozmetik işlerle ilgili şeyler var. Ruhlara, vicdanlara seslenen,
kadın hastanenin kapısından atıldı, borcu nedeniyle hastanede rehin kaldı,
karaciğeri çalındı gibi haberler. Bir de aslında benim dikkat çekmek istediğim
son 8 yılda sağlık alanıyla ilgili rakam olarak bilmiyorum ama Türkiye’de
hukuki düzenlemenin en yoğun olduğu alan. 15-20 günde bir sağlık alanıyla
ilgili yönetmelik yayınlanıyor. Sağlık alanıyla ilgili bütün temel dizge
bozuldu, yeni bir modele geçildi, ayakta teşhis ve tedavi yönetmeliğinden tutun
özel hastane yönetmeliği, hasta hakları yönetmeliğine kadar 2-3 ayda bir
yönetmelikler alt üst oluyor yeniden yapılıyor. Bununla ilgili haberlere
bakıyorsunuz, sağlık alanında nasıl haber yapılıyor ya da bu alandaki
arkadaşlarımızın durumu nedir burada billurlaşıyor. Ötekilerin şu ya da bu
nedenle patron baskısı, iş kaygısı, alandaki bilgi eksikliği vs. nedeniyle bu
şekilde haberler yapılıyor diyelim ama yasal düzenlemeler var. Orada karşımızı
sadece yasada şunlar değişti diye haberler çıkıyor. Ben buradan da şunu
anlıyorum sağlık muhabirliği yapan arkadaşın sağlık alanına ilişkin genel bir
düşüncesinin olmadığını görüyorum. Yani bu değişim hangi ihtiyaca karşılık
oldu, toplumun bir çıkarına mı, yoksa belli grupların çıkarına mı? Bundan sonra
sağlık hizmetine toplumun ulaşımı ne ölçüde kolaylaşacak ya da zorlaşacak? Bu
tür soruları öncelikle bu arkadaşın sorması, bu sorulara farklı cephelerden
sağlıklı yanıtlar alabileceği mercilerle konuşması lâzım. Başta söylendiği
gibi, sağlık muhabirliği ajandasında 3-4 tane profesörün numarası varsa
oluyormuş gibi görünüyor. Oysa çok önemli bir alan, mahremiyeti içeren bir
alan, bilimsel bilgiyle mutlaka sürdürülmesi gereken bir alan gördüğümüz
hakikaten yerlerde sürünüyor gibi.