- Yalçın Yılmaz: Aslında Mustafa Beyin az
önce Sağlık Bakanlığı’na sorduğu soruda cevabı vardı. Medya ile ilişkileri kamu
kurumları bilmiyorlar. Sonucunu söyleyeyim ben size, sağlık ve eğitim alanında
kamu sektörünün payı yüzde 90’dır. Kamu ile ilgili çıkan haberler gazetelerde
yer kaplama açısından bakarsanız yüzde 20’lerde, özel sektör ise yüzde
80’lerde. Bu yüzde 20’nin de yüzde 90’ı olumsuz haberler. Olumlu haberler özel
hastanelerimiz mucize yaratıyor, kafası dağılmış sanatçılarımızı hayata
döndürüyor. Fakat hizmetin yüzde 90’ını veren kamu kurumları, hizmetin de yüzde
90’ını kamu kurumlarından alanlarız. Fakat medyada yayınlanma oranı yüzde
20’lerde ve yüzde 20’nin de yüzde 90’ı olumsuz. Burada medyayı suçlamak bir
yere kadar sizi haklı çıkarabilir, siz bunu daha çok yaşarsınız. Ben
üniversiteye geçtiğimde 3 rektörle çalıştım ve üniversiteye geçişimde şu oldu, bir rektörle görüşüyordum bana
dedi ki her gün Sibel Can her gün Gülben Ergen ekranlara çıkıyor, bizim 2000
tane akademisyenimiz var, patentler alıyoruz, bilimsel çalışma yapıyoruz ama
hiç gazete yazmıyor. Siz kimden danışmanlık alıyorsunuz, medya ile ilişkileri
sizin hocalarınızın bilimsel çalışmalarını medyaya aktaran bir biriminiz var
mı? Böyle bir diyaloğu kuracak mekanizmaların olmadığını gördük. Dolayısıyla
bir sanatçının her gün basın bülteni medyaya giderken, bir özel hastanenin ya
da bir tıp cihazını pazarlayan firmanın, ilaç şirketinin her gün basın
bültenleri giderken, binlerce bilim insanının olduğu eğitim kurumlarında bir
basın danışmanı yok. Sağlık Bakanlığı’nda evet Basın Halkla İlişkiler Birimi
var. O haberi medyaya profesyonelce sunan herkes iyi niyetli olmayabilir, kötü
niyetliler var tabi ki. Onlar profesyonelce medyada yer alma yöntemlerini
bilirken siz bu hizmeti alma ihtiyacı bile duymayan devlet kurumları. Sağlık
Bakanlığı kendi derdini anlatamıyor çünkü bir sözcü çıkıp konuşuyor ama o sözcü
medya ilişkileri noktasında ne kadar eğitim almış? Ben şuna şahit oldum; bir
profesörün Anadolu Ajansı’ndan bir muhabir geleceği zaman, bu hangi patronun
yayın organı dediğine şahit oldum. Bir yayın organı veya bir ajanstan
gelindiğinde bu ajans hangi haber ajansı, hangi gazetede yayınlanır ya da Doğan
Haber Ajansı’nın haberini yaptığı zaman bunun başka gruplarda da yayınlanabileceğini
düşünemiyor. Cihan Haber Ajansı’na verdiği beyanatın Kanal D'de çıkabileceğini
düşünemiyor. Yani onun sadece 2 yayın organında çıkacağını sanıyor. Medyayı
tanıma anlamında, medyayla ilişkileri yürütme anlamında kamu kurumları çok zayıf.
Bu bağlamda basın danışmanlığı, hizmeti belki alıyorlar ama o da memur
zihniyetine bağlı, her şey izne bağlı. Medyayla diyalog kuracak kişilerin
medyayla ilişkiler konusunda bir eğitimden geçtiklerini sanmıyorum. PR
şirketinde de çalışmış bir kişi olarak 3 yıllık bir deneyimle şunu gördüm, çok
basit konularda senaryoları var, yani en basit bir olayda bile kim ne
konuşacağını çok iyi biliyor. Ve genel müdürlük koltuğuna oturan herkes
medyayla ilişkiler konusunda bir danışmanlık hizmeti alıyor. Fakat bizim devlet
kurumları gerçekten korunaksız ve korumasız. Yani medyadan gelen saldırı olarak
bakıyorsunuz, orada yanılıyorsunuz medyadan gelen saldırı değil, medyayı
kullananların saldırısı. Haberi yapan gazeteci gibi görünür ama haberi sunan
gazeteci sadece haberi aktarandır. Yani haberi oluşturan gazeteci değil, o
dediğiniz makine mühendisi. Türkiye’de şu anda hukukçu birinin kalp
hastalıklarıyla ilgili her gün çıkıp konuştuğuna şahit olabiliyoruz çünkü
vakfın başkanı. Kimyacı birinin her gün çıkıp böbrek hastalıklarıyla ilgili
konuşabildiğini biliyoruz. Yani gazeteci onu bilmeden soru sorabiliyor ama o da
hayır ben bu konunun uzmanı değilim demiyor. Ajanslarda da geçiyor, gazetelerde
de yayınlanıyor. İnsan kaynakları olarak belki de en iyi kurumladır üniversiteler
ama üniversitelerde dahi bir basın ve halkla ilişkiler birimi yok. Vakıf
üniversiteleri bu işi çok profesyonelce götürüyor ve vakıf üniversiteleri, özel
hastaneler gazetelerde çok geniş yer tutuyorlar, bu gazetelerden kaynaklanan
bir zafiyeti kullanmaktır diyebiliriz ama devlet hastaneleri bu anlamda bir
yapılanma içerisinde değil.
- Tufan Kaan: Ben çok da öyle olduğunu
düşünmüyorum. Daha önce sağlık alanında reklama dayalı neşriyat yapma önünde
yasal olarak çok büyük engeller vardı. Daha önce kamu hastaneleriyle ilgili
hiçbir tanıtım yapılmazken son yıllarda kamu sektöründeki değişim ve oraların
da bir işletme haline dönüşmüş olması performans uygulamaları vs. nedeniyle bir
rekabet ortamının içinde kendilerini buldular. Bugün hangi hastaneye girerseniz
bir hastane tanıtım broşürü, bir hastane dergisi, bir hastane bülteni
bulursunuz. Sizin verdiğiniz örneğin şöyle bir tehlikeli tarafı olabilir özel
sektördeki o vahşi rekabet ve toplumda suni bir talep yaratmaya yönelik PR
işlerini biz örnek olarak alır, kamuya da örnek haline getirirsek orada
mevzunun etik boyutu, toplum çıkarı boyutu karışabilir. Örneğin (…) Hastanesi
için örnek vereyim. Oldu böyle işler. Yani biz (…)’nın “Yarın kanserden
ölmeyeceğinizin garantisini kim verebilir?” reklamını eleştirirken bir baktık (…)
Hastanesi bahçesinde billboardlarına “En değerli organınız 24 saat bize teslim,
en hassas organa en hassas yaklaşım” gibi- hâlâ duruyor bahçesinde isteyen
bakabilir- Bu yöntemin yol olarak doğru
bir yol olmadığını düşünmemiz lâzım. Kaldı ki Sağlık Bakanlığı’nın da hakkını
yemeyelim. Bence Bakanlıklar içerisinde tanıtım, toplumla iletişim kurma, dil
açısından ve kendini ifade etme açısından en başarılı bakanlık. Yaptıklarının
pek çoğuna katılmıyoruz ama bakanlığın politik yaklaşımını bence şu an
bakanlıklar içerisinde en iyi anlatan bakanlık gibi geliyor bana.
- Yalçın Yılmaz: Bir konu yanlış
değerlendirilmesin. Halkla ilişkileri bir propaganda ve pazarlama aracı olarak
görmek mantığıyla söylemedim ben. Derdini ifade etmek anlamında söyledim ben. Yoksa
onlar da rekabet içine girsinler anlamında söylemedim.
- Okan Doğan: Şöyle bir problem var, kamu
kurumlarının müşavir dışındaki tüm kadroları memur istihdam ediliyor. Birçok
iletişimci arkadaşımız var ve bunların yarın ne olacakları belli değil. Hepsi iletişim
fakültesi mezunu ama kadrosu tanımlanmamış. Orada ne kadar süre kalacağını
bilmiyor, sorumluluk alanları nedir bilinmiyor. Yani Tarım Bakanlığı için de
sanırım aynı şey geçerli. Kendi alanına tamamen yönlenemiyor, bu alanda
profesyonelleşemiyor. Böyle bir sıkıntı da var.