2.5.Kamu Kurumlarında Halkla İlişkiler Uygulaması

Toplantının bu noktasında kamu kurumları ile medya arasındaki iletişim gündeme gelmiştir.
-   Yalçın Yılmaz: Aslında Mustafa Beyin az önce Sağlık Bakanlığı’na sorduğu soruda cevabı vardı. Medya ile ilişkileri kamu kurumları bilmiyorlar. Sonucunu söyleyeyim ben size, sağlık ve eğitim alanında kamu sektörünün payı yüzde 90’dır. Kamu ile ilgili çıkan haberler gazetelerde yer kaplama açısından bakarsanız yüzde 20’lerde, özel sektör ise yüzde 80’lerde. Bu yüzde 20’nin de yüzde 90’ı olumsuz haberler. Olumlu haberler özel hastanelerimiz mucize yaratıyor, kafası dağılmış sanatçılarımızı hayata döndürüyor. Fakat hizmetin yüzde 90’ını veren kamu kurumları, hizmetin de yüzde 90’ını kamu kurumlarından alanlarız. Fakat medyada yayınlanma oranı yüzde 20’lerde ve yüzde 20’nin de yüzde 90’ı olumsuz. Burada medyayı suçlamak bir yere kadar sizi haklı çıkarabilir, siz bunu daha çok yaşarsınız. Ben üniversiteye geçtiğimde 3 rektörle çalıştım ve üniversiteye geçişimde şu oldu, bir rektörle görüşüyordum bana dedi ki her gün Sibel Can her gün Gülben Ergen ekranlara çıkıyor, bizim 2000 tane akademisyenimiz var, patentler alıyoruz, bilimsel çalışma yapıyoruz ama hiç gazete yazmıyor. Siz kimden danışmanlık alıyorsunuz, medya ile ilişkileri sizin hocalarınızın bilimsel çalışmalarını medyaya aktaran bir biriminiz var mı? Böyle bir diyaloğu kuracak mekanizmaların olmadığını gördük. Dolayısıyla bir sanatçının her gün basın bülteni medyaya giderken, bir özel hastanenin ya da bir tıp cihazını pazarlayan firmanın, ilaç şirketinin her gün basın bültenleri giderken, binlerce bilim insanının olduğu eğitim kurumlarında bir basın danışmanı yok. Sağlık Bakanlığı’nda evet Basın Halkla İlişkiler Birimi var. O haberi medyaya profesyonelce sunan herkes iyi niyetli olmayabilir, kötü niyetliler var tabi ki. Onlar profesyonelce medyada yer alma yöntemlerini bilirken siz bu hizmeti alma ihtiyacı bile duymayan devlet kurumları. Sağlık Bakanlığı kendi derdini anlatamıyor çünkü bir sözcü çıkıp konuşuyor ama o sözcü medya ilişkileri noktasında ne kadar eğitim almış? Ben şuna şahit oldum; bir profesörün Anadolu Ajansı’ndan bir muhabir geleceği zaman, bu hangi patronun yayın organı dediğine şahit oldum. Bir yayın organı veya bir ajanstan gelindiğinde bu ajans hangi haber ajansı, hangi gazetede yayınlanır ya da Doğan Haber Ajansı’nın haberini yaptığı zaman bunun başka gruplarda da yayınlanabileceğini düşünemiyor. Cihan Haber Ajansı’na verdiği beyanatın Kanal D'de çıkabileceğini düşünemiyor. Yani onun sadece 2 yayın organında çıkacağını sanıyor. Medyayı tanıma anlamında, medyayla ilişkileri yürütme anlamında kamu kurumları çok zayıf. Bu bağlamda basın danışmanlığı, hizmeti belki alıyorlar ama o da memur zihniyetine bağlı, her şey izne bağlı. Medyayla diyalog kuracak kişilerin medyayla ilişkiler konusunda bir eğitimden geçtiklerini sanmıyorum. PR şirketinde de çalışmış bir kişi olarak 3 yıllık bir deneyimle şunu gördüm, çok basit konularda senaryoları var, yani en basit bir olayda bile kim ne konuşacağını çok iyi biliyor. Ve genel müdürlük koltuğuna oturan herkes medyayla ilişkiler konusunda bir danışmanlık hizmeti alıyor. Fakat bizim devlet kurumları gerçekten korunaksız ve korumasız. Yani medyadan gelen saldırı olarak bakıyorsunuz, orada yanılıyorsunuz medyadan gelen saldırı değil, medyayı kullananların saldırısı. Haberi yapan gazeteci gibi görünür ama haberi sunan gazeteci sadece haberi aktarandır. Yani haberi oluşturan gazeteci değil, o dediğiniz makine mühendisi. Türkiye’de şu anda hukukçu birinin kalp hastalıklarıyla ilgili her gün çıkıp konuştuğuna şahit olabiliyoruz çünkü vakfın başkanı. Kimyacı birinin her gün çıkıp böbrek hastalıklarıyla ilgili konuşabildiğini biliyoruz. Yani gazeteci onu bilmeden soru sorabiliyor ama o da hayır ben bu konunun uzmanı değilim demiyor. Ajanslarda da geçiyor, gazetelerde de yayınlanıyor. İnsan kaynakları olarak belki de en iyi kurumladır üniversiteler ama üniversitelerde dahi bir basın ve halkla ilişkiler birimi yok. Vakıf üniversiteleri bu işi çok profesyonelce götürüyor ve vakıf üniversiteleri, özel hastaneler gazetelerde çok geniş yer tutuyorlar, bu gazetelerden kaynaklanan bir zafiyeti kullanmaktır diyebiliriz ama devlet hastaneleri bu anlamda bir yapılanma içerisinde değil.

-   Tufan Kaan: Ben çok da öyle olduğunu düşünmüyorum. Daha önce sağlık alanında reklama dayalı neşriyat yapma önünde yasal olarak çok büyük engeller vardı. Daha önce kamu hastaneleriyle ilgili hiçbir tanıtım yapılmazken son yıllarda kamu sektöründeki değişim ve oraların da bir işletme haline dönüşmüş olması performans uygulamaları vs. nedeniyle bir rekabet ortamının içinde kendilerini buldular. Bugün hangi hastaneye girerseniz bir hastane tanıtım broşürü, bir hastane dergisi, bir hastane bülteni bulursunuz. Sizin verdiğiniz örneğin şöyle bir tehlikeli tarafı olabilir özel sektördeki o vahşi rekabet ve toplumda suni bir talep yaratmaya yönelik PR işlerini biz örnek olarak alır, kamuya da örnek haline getirirsek orada mevzunun etik boyutu, toplum çıkarı boyutu karışabilir. Örneğin (…) Hastanesi için örnek vereyim. Oldu böyle işler. Yani biz (…)’nın “Yarın kanserden ölmeyeceğinizin garantisini kim verebilir?” reklamını eleştirirken bir baktık (…) Hastanesi bahçesinde billboardlarına “En değerli organınız 24 saat bize teslim, en hassas organa en hassas yaklaşım” gibi- hâlâ duruyor bahçesinde isteyen bakabilir-  Bu yöntemin yol olarak doğru bir yol olmadığını düşünmemiz lâzım. Kaldı ki Sağlık Bakanlığı’nın da hakkını yemeyelim. Bence Bakanlıklar içerisinde tanıtım, toplumla iletişim kurma, dil açısından ve kendini ifade etme açısından en başarılı bakanlık. Yaptıklarının pek çoğuna katılmıyoruz ama bakanlığın politik yaklaşımını bence şu an bakanlıklar içerisinde en iyi anlatan bakanlık gibi geliyor bana.

-   Yalçın Yılmaz: Bir konu yanlış değerlendirilmesin. Halkla ilişkileri bir propaganda ve pazarlama aracı olarak görmek mantığıyla söylemedim ben. Derdini ifade etmek anlamında söyledim ben. Yoksa onlar da rekabet içine girsinler anlamında söylemedim.


-   Okan Doğan: Şöyle bir problem var, kamu kurumlarının müşavir dışındaki tüm kadroları memur istihdam ediliyor. Birçok iletişimci arkadaşımız var ve bunların yarın ne olacakları belli değil. Hepsi iletişim fakültesi mezunu ama kadrosu tanımlanmamış. Orada ne kadar süre kalacağını bilmiyor, sorumluluk alanları nedir bilinmiyor. Yani Tarım Bakanlığı için de sanırım aynı şey geçerli. Kendi alanına tamamen yönlenemiyor, bu alanda profesyonelleşemiyor. Böyle bir sıkıntı da var.