4.11. Genel değerlendirme ve Eleştiriler

Demet Demirkır’ın (2012) “Sağlık Haberleri Halkın Sağlığını Nasıl Etkiliyor?” başlıklı yazı dizisinde sağlık habercileriyle yapılan görüşmelere yer vermiştir. Yazı dizisindeki görüşler arasında; sağlık muhabirliğinin ortada kalan bir alan olduğu, sağlık haberlerinin daha çok stajyer muhabirlere yaptırıldığı, uzmanlaşmanın öneminin yeni idrak edildiği, programlarda doğruluğu tartışılır bilgilerin yer aldığı, tiraj ve reyting kaygısının haber seçimine yön verdiği, sağlık muhabirlerinin haber konularını özgürce seçemediği, hastane halkla ilişkilerinde yanıltıcı bilgilerin olabildiği, etik kuralların gözetilmediği gibi noktalara işaret edilmiştir.

 “Televizyon eleştirmeleri sağlık programları için neler söylediler” başlıklı Demirkır’ın (2009) söyleşi yazısında Sabah gazetesinden Yüksel Aytuğ, televizyon kanallarının görselliği yeterince kullanmadığını ve konuk uzmanların televizyon dilini yeterince bilmediklerini söylemiştir. İlaç reklamlarının serbest bırakılması durumunda reklam potansiyelinin artacağını ve sponsorların sayısının çoğalacağını belirten Aytuğ, “Bazı program sunucularının özellikle kendi yaptıkları diyetleri ballandıra ballandıra anlatmalarını, aktarda buldukları tüm otları, börtü böceği ‘çare’ diye fütursuzca izleyicilerine tavsiye etmelerini son derece sakıncalı buluyorum. ‘Alternatif tıp’ ya da ‘doğadan çareler’ adı altında çeşitli madrabazların ekranda kendilerine yer bulmalarını veya kocakarı ilaçlarının yan tesirlerine hiç değinmeden ‘şifa’ diye sunmalarını son derece sakıncalı buluyorum.” demiştir. Aynı yazıda Posta gazetesinden Mesut Yar da “Bumerang gibi bir şey bu temada program yapabilmek. Dolayısıyla sahibini vurmadan önce sözün ve bilginin tartışılması gerekiyor. Eskiden sayıları azken yani, daha iyiydi sanırım sağlık programları. Şimdi daha çok doktorların reklam açılımı yapmak için bir mecra görünümünde ve çok da güvenilir değil” diye konuşmaktadır. Tercüman gazetesinden Tuna Serim ise “Bence bu tür programların sayısı az bile, çünkü Türkiye’de eğer paranız yoksa hastalıkları konusunda aydınlanamıyorsunuz. Hastanın bilgilenme hakkı var ama doktorların işleri o kadar çok ki, bunları anlatmaya fırsat bulamıyorlar (…) Doktorların bırakın hasta bilgilendirmelerini, akıl sağlıklarını nasıl koruduklarına bile şaşıyorum. Bu nedenle de TV’lerde yapılan sağlık programları yararlı.” şeklinde görüşünü açıklamaktadır. Programların her geçen gün iyiye gittiğini söyleyen Bugün gazetesinden Aykut Işıklar da “Giderek halkın anlayabileceği şekle geliyorlar. Doktorlar ve sunucular daha bilinçli. Latince kelimeler yerine halk dili kullanmaya başladılar. Ancak bu halkı düşünerek TV yönetimleri tarafından bilinçli mi yapılıyor? Hayır. Bunu söyleyemem. Güçlü hastaneler, ilaç firmaları etkili oluyor. Ne kadar çaktırmasalar da…” diye konuşmaktadır.
Yukarıda sıralanan uyarı ve eleştiriler, resmi kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının konuya yönelik duyarlılıklarını ortaya koymaktadır. Kamuoyunun ya da halkın da medyadaki sağlık konulu yayınlara yönelik tepkilerini RTÜK’e yapılan başvurulardan öğrenmek mümkündür. Yüksel, Öğüt ve Kaya’nın (2011) “Radyo ve Televizyonlardaki Sağlık Konulu Yayınlara Yönelik RTÜK’e Yöneltilen Bildirimler Üzerine Bir İçerik Analizi” başlıklı çalışması, bir anlamda, kamuoyunun sağlık konulu yayınlara yönelik tepkisini tanımlamaktadır. Çalışmada radyo ve televizyon yayıncılığı alanında düzenleyici ve denetleyici kurum olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’na sağlık konulu yayın içerikleri nedeniyle yapılan bildirimlerin (görüş, beğeni, eleştiri ve isteklerin) neler olduğu sorusuna yanıt aranmıştır. RTÜK İletişim Merkezi’nin 444 1 178 numaralı telefonuna 2009 yılı içinde yapılan 784 sağlık konulu bildirim içerik analizine dayalı olarak 7 ana kategori (bildirim sağlık konusuyla ilgili mi, ifadenin niteliği, araç, yayın türü, program türü, bildirimin konusu ve ifade) ile 96 alt kategori çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bulgular, bildirimlerin tamamına yakınını (%93) şikâyet/eleştirilerin oluşturduğunu ve daha çok reklam kuşakları, haberler, diziler ve eğlence/magazin programlarının bu bildirimlere konu olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bildirimlerin büyük çoğunluğu ulusal yayınlara yöneliktir. En fazla şikâyet/eleştiri ise reklam kuşakları haberler ve diziler üzerinedir. En çok “sigara yasağı ve uygulamaları” şikâyet/eleştiri konusu edilmiştir. İsteklere ilişkin olarak ise “sigara yasağı ve uygulamalarına ilişkin görüntülerin yasaklanması” ve “domuz gribi salgını konusunda toplumu paniğe sevk eden abartılı yayınlar yapılmaması” gelmektedir. En çok, programlara ilişkin rahatsızlıklar ifade edilmekte; özellikle hastaların, yakınlarının veya sağlık çalışanlarının rencide edildiği dile getirilmektedir.
“Bilinçli hasta, doğru sağlık haberleriyle olur” başlıklı yazısında Yasemin K. Şahinkaya (2007) ise “insanların yanlış yönlendiren” içerikleri eleştirmekte, “tıp menşeili kişilerin habercilik yapmasının doğru olacağı” kanaatinin doğru olmadığını açıklamakta ve konuyla ilgili gazetecilerin görüşlerine yer vermektedir. Yazıda dönemin Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği (ESAM) Başkanı ve NTV Sağlık Editörü Sibel Güneş hekimlerin “hekim düşmanlığı” algısının yanlışlığını açıklamakta, sağlık alanında haber kaynaklarına erişmede yaşanan sıkıntıları dile getirmekte ve editöryal sürecin önemine işaret etmektedir. Uzmanlık derneklerinin haberciler için danışma kurullarını oluşturmalarının sancıyı azaltacağını söyleyen Güneş, doktorların da medyayı kamuoyu yararına kullanmayı öğrenmeleri gerektiğini ve gerektiğinde açıklama yapacak refleksleri geliştirmek zorunda olduklarını dile getirmektedir. Gazetecilerin eğitimine de değinen Güneş, “Hekimler sağlık muhabirlerinin tıp eğitimi almaları gerekir gibi bir yanılgı içerisindeler” demekte ve şunları söylemektedir:
-   “(…) Özellikle hekimler sağlık muhabirlerinin tıp eğitimi almaları gerekir gibi bir yanılgı içerisindeler. Tıp eğitimi alırlarsa bu işi çok düzgün yaparlar gibi bir yanılgı var. Hayır, hiç de öyle değil… Bu eğitimi almış insanlar çok iyi yazabilseler, çok iyi halkla paylaşabilselerdi bu başka bir şey olurdu. Gazetecilik bir bilginin halkla en iyi paylaşma biçimini geliştiren bir meslektir. Ben doktor bakış açısının herhangi bir bilgiyi sağlıklı bir şekilde vatandaşa yansıtamayacağını düşünüyorum. Çünkü en güçlü hastanın en zayıf doktor karşısında bile zayıf olduğu kanaati hâkim. Çünkü hasta hekim ilişkisinde denge daima doktorun lehinedir. Bu ilişki içerisinde hâlâ Türkiye’de Tanrı-kul ilişkisi olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Bunu belli bir eşitlik seviyesine taşımak için de çalışmalar var. Bu konu yurtdışında da tartışılan, üzerinde çalışmalar yapılan bir konu. Doktorların hastalarını ilk dinleme sürelerinin bir dakikayı aşmadığı gibi bir rakam var. Onun için bu işi sağlık habercisinin yapması en doğrusu… Sağlık habercileri de kendilerini bu alanda sürekli güncelleyecek, yenileyecekler. Haber kaynaklarını değişik kesimlerden ve her kuruma eşit mesafede davranarak bulacaklar. Ama doktorlar, uzmanlık dernekleri ve meslek örgütleri de bu konuda istekli olacaklar. Doktorların iletişime olan ilgisi hastasını iyi bilgilendirmeyle ilgili olmalı. İnsan sağlığı ile ilgileniyorlar ve çok önemli bir iş yapıyorlar. Belli bir süre sonra şöyle bir kanaat gelişiyor. Bazı hekimler her işi en iyi yaptıklarını düşünmeye başlıyorlar. En iyi gazeteciliği, en iyi televizyon programını kendilerinin yaptığını düşünüyorlar. Olay bu kadar basit değil! Gazeteci tıbbın tek branşı ile değil onlarca alanıyla ilgili. Doktorların takip edemediği onlarca uzmanlık alanındaki gelişmeyi takip edip ve sürekli haber yapıyor. Onlar hasta bakarken gazetecinin ne kadar toplantıya katıldığını, ne kadar insanla görüştüğünü, ne kadar okuduğunu göz ardı ediyorlar. Birçok bilgiyi sağlık habercisinden duydukları da oluyor. Sağlık habercilerini iyi algılayıp, bilgiyi iyi paylaşan dernekler ya hekimler bunun sonuçlarını alıyorlar zaten. Kendi problemlerini iyi anlaştıkları zaman kamuoyunda bir platform oluşuyor ve çözüme giden süreç hızlanıyor (Akt.: Şahinkaya, 2007).”

Doğru sağlık haberciliği için ne yapılması gerektiği noktasında Güneş, şunları söylemektedir:
-   “Kamu kurumlarında mutlaka Halkla İlişkiler birimlerinde gazetecilik kökenli insanların istihdam edilmesi gerekiyor. Gazeteciyle bilginin talep edildiği gün paylaşılması gerekiyor. Bilgiyi paylaşırken tıbbî terimlerin Türkçe karşılıklarının önceden düşünülerek paylaşılmasını öneriyoruz. Haberleri paylaşırken sağlık habercilerinin tercih edilmesini öneriyoruz. Bilimsel tartışma konusu olan noktalarla da ilgili hem hekimler açısından hem de medya açısından güvenilirlik çizgisinin aşağıya çekilmemesi için konu sıcakken o konuyla ilgili görüşün kısa sürede paylaşılması gerekiyor. Tartışmalı konularda gerçek bilimsel açıklamalar üç ay sonra falan yapılıyor.
İletişim Fakültesinden mezun olan insanların istihdam edilmesi ve gazetelerde özellikle bu konuda servisler oluşması gerekiyor. Çünkü eğitimle ilgili servisler var, sağlık da eğitim kadar dinamik bir alan ve gerçekten insanların birebir ilgilendikleri bir alan. Vatandaş bunu hak ediyor. Bu konuda hem gazete yönetimlerini hem de sağlık meslek örgütlerinin yapması gerekenler var (Akt.: Şahinkaya, 2007).”

Esra Tüzün de aynı yazıda “biz sağlık habercileri, akıllı hasta yaratıyoruz” demekte ve şöyle kaydetmektedir:
-   “Biz sağlık haberlerini doktorlara yazmıyoruz hastalara yazıyoruz. Onların egosunu tatmin etmek için yapılmış sayfalar, haberler değil sağlık haberleri, sağlık sayfaları. Reklamlarını yapmak gibi bir niyetimiz kesinlikle yok. Eğer bu yola kayarsak, yanlış yapmış oluruz ki bu zaman zaman istemesek de olabiliyor. Onun için doktorların bu konuda çok da tatmin olmaları gerekmiyor açıkçası… Haberleri beğenmemeleri çoğu zaman anlatım dilinin basit gelmesinden kaynaklanıyor. Bunu bir doktorun anlatması çok zor. Anlatmak işi, uzmanlık gerektiriyor ki bu konunun da uzmanları bizleriz. Dünyada da sağlık haberlerini doktorlar yapmıyorlar (Akt.: Şahinkaya, 2007).”

“Doktorların iletişim eğitimi almaları şart” diyen Tüzün, doktorların bildiklerini ama anlatamadıklarını söylemekte ve anlatamadıklarını da kabul etmediklerini belirtmektedir (Akt.: Şahinkaya, 2007). Türkiye’de doktorların “sen bana güven” dediklerini ama açıklama yapmadıklarını ifade etmektedir. Oysa doktorların tüm ayrıntıları hastalarına anlatması gerektiğini dile getirmektedir. Tüzün, “En doğru sağlık haberinin çıkması için editörlük anlayışına geçilmesi gerektiğini” söylemektedir.
Son olarak 2002-2013 yılları arasında Sağlık Bakanı olarak görev yapan Recep Akdağ’ın görüşlerine yer verilebilir. Akdağ, sağlık haberciliğini diğer haber türlerinden ayıran unsurun “insan” olduğunu belirterek “Sağlık haberlerinde bilginin ağızdan çıktıktan sonra, yazı olarak veya televizyon programında dile getirildiğinde, geriye dönüşünün çok zor olduğunu unutmamalıyız. Başka konularda düzeltebilirsiniz, ancak sağlık konusunda geriye dönüşü sağlamak çok zordur. Onun için sağlık haberlerinde dikkat edilecek birinci unsur, haberin meydana getirebileceği tahribatı çok iyi hesaplamaktır. Her haberin kontrol edilmeye ihtiyacı vardır, her haberin ayaklarının sağlam olması gerekir (Akdağ, 2012:16)” demektedir.
Bakan Akdağ (2012:16), sağlık muhabirliğinin de “mesleğe ilk başlayan çömez muhabirlerin” işi olmaktan çıkıp artık “pişip uzman olan” muhabirlerin işi halen gelmeye başladığını belirtmektedir.
İdeal bir sağlık haberinin nasıl olması gerektiği noktasında eski Bakan Akdağ (2012: 17) “İçinde doğru bilgiler barındırmalı, nüansları doğru olmalı. Benim 3-5 yıldır fark ettiğim sağlık alanında habercilik ve reklam çizgisi üzerinden giderek inanılmaz derecede umut tacirliği yapılıyor (…) Hiçbir tedavi edici özelliği olmayan bir gıda takviyesi ürün ‘hastalığa çözüm buluyor’ diye haber yapılmaya başlandı. Reklam karşılığı haberler bunlar ve bunlara da çok dikkat etmek gerekiyor” demektedir.
“Sağlık haberinin başlığı spor haberi gibi atılamaz. Sırf sansasyonel yaklaşım olsun insanların dikkati çekelim diye yazılamaz.” diyen Bakan Akdağ (2012:17) , “Yazılı basında tahribat %30 ise görselde bu oran %1000 oluyor. Algıların açık olduğu durum televizyon programlarıdır. Para karşılığı programa çıkartılan konuklar yerine televizyonların hayatını devam ettirmesinin başka yolları aranmalı. Etik bir yol bulunmalı ve para karşılığı çıkan konuğun parasını başka yoldan kazanması önlenmeli.” Demektedir.
Sosyal medyanın da günlük yaşamda artık etkili hale geldiğini belirten Bakan Akdağ (2012:18), “Hız felaket olabilir. Yani bir Tweet herkese ulaşıyor, o akşam televizyon programlarına taşınıyor ve ertesi gün gazetelerde yazıyor. Kartopu gibi büyüyerek gidiyor. Başında yapılan doğru ise doğrunun büyümesinde sakınca yok. Ama başında atılan adım yanlışsa bu çok riskli bir hal alabilir. Bunun kontrolü de diğer dergi ve gazetelerin kontrolü gibi olmayabilir. Sosyal medyadaki yanlışlık, gazete veya televizyondan daha zor.” Demektedir.
Denetim konusunda Bakan Akdağ (2012:18) “Medyanın sağlık konulu haberleri ve aktiviteleri denetlenmesi mümkün değil. Herkesin sorumluluğu olduğu bilincini oluşturmak lâzım. Bize düşen yönüyle, bilgileri daha hızlı paylaşmalıyız: Bilgilendirici ve bilinçlendirici olmalı. Devlet olarak denetleme olmadan, Basın Konseyi gibi bir oluşum olabilir” demektedir.
Konunun tartışmalı bir yanı da “ek gıda” ve “ilaç” tanımları çerçevesinde görülmektedir. Örneğin Giritlioğlu (2001:53) Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı’nı ilgilendiren bu konunun “iki devlet kurumuna yakışmayacak ölçüde ciddi tartışmalara yol açtığını” belirtmektedir. Çünkü bir ürüne Tarım Bakanlığı tarafından “ek gıda” denilmesi, o ürünün reklamının yapılmasına izin verilmesi anlamına gelmektedir. Aynı ürünün “ilaç” kategorisinde tanımlanması ise Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmesini gerektirmektedir ki bu durum da bir ilacın reklamı yapılamayacağı için söz konusu reklamların ya da tanıtımların yasaklanması anlamına gelmektedir.
“Medyanın yeni reyting starı: Tıp Haberleri” başlıklı yazısında Günaydın (1999) tıp konusundaki haberlerin “iki ucu keskin bıçak gibi” olduğunu belirterek “Çok önemli konularda kamuoyunu aydınlatmak ve eğitmek mümkün olabileceği gibi verilen bilgiler eksik, yanlış yorumlamaya veya yönlendirmeye uygun ise tehlikeli hale dönüşebilir” demektedir. Günaydın “medyanın ve tıp çalışanlarının da bu konuya artık Televole standartlarını terk ederek hak ettiği ciddiyetle yaklaşmasının zamanı geldi. Önce tıp çalışanlarının ünlü olmak, reklam yapmak uğruna medyayı kullanma aymazlığını terk etmesi gerek belki de. Bilimsel sorumlulukla yazılan ve olası sonuçları diskkate alınarak basılan yazılarla, ülkemizin en ihmal edilmiş konularından biri olan sağlık eğitiminin basın yoluyla verilmesi ele geçebilecek en büyük şanstır” diye yazmaktadır.

Sonuç olarak bu bölümde sağlık konulu yayıncılığa ilişkin literatürde öne çıkan temel kavramlar ile temel çalışmalar ve ortaya çıkan farklı görüşler tanımlanmıştır. Bundan sonraki bölümde ise kaynak kişilere yönelik çalışmaya yer verilmektedir.