Sağlık konulu yayınların içeriklerine yönelik eleştirileri
genel olarak verilen bilgi alınan ya da görüşlerine başvurulan kişilerden
kaynaklanan eleştiriler, bu kişilerin yetersiz ya da bilgisiz bir şekilde bilgi
aktarmaları, bu sayede oluşan bilgi kirliliği, dil ve anlatım biçiminden
kaynaklanan sorunlar, kamuoyu üzerinde bırakılan olumsuz etki ya da izlenimler
çerçevesinde ele almak mümkündür.
Bu bağlamda Hürriyet gazetesindeki “Sağlık Haberinde Bilgi
Kirlenmesi” başlıklı yazısında Müftüoğlu (2006) sağlık haberlerinin giderek
arttığını, yanlış haberlere daha fazla yer verilmeye başlandığını, sağlık
haberlerinin ciddi bir denetim ve elekten geçirildikten sonra yayınlanması
gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla daha eski örnekleri olsa da sağlık
konulu yayınlara ilişkin şikâyetlerin 2000’li yılları ortalarından itibaren
daha fazla dikkati çektiği ve artık medya içeriklerinde de yazılmaya başlandığı
söylenebilir.
Türk Kardiyoloji Derneği’nin “Medya ile İlişkilerde Etik”
konulu yazısında medya içeriklerine yönelik şu tanımlaması, sayısı daha da
arttırılabilecek bu tür eleştirileri özetlemesi açısından önemlidir[1]:
- “Ülkemizde
sağlık ile ilişkili bölümler daha çok advertorial düzeyinde kalan tam sayfa
ilan veya radyo ve TV programları ile daha çok kadın kozmetiği ve estetiği, ya
da kendini tekrarlayan sağlıklı cinsel yaşam önerileriyle sınırlı kalmıştır….
Öte yandan, sağlıklı ve dengeli beslenme adı altında, yüzlerce ekstre veya her
biri ecza sektörünün birer ürünü olan maddeler yaşlanmanın geciktirilmesi, kalp
damar sağlığı veya kozmetik amaçlarla tüketicilere sunulmaktadır…. Bu ürünlerin
neredeyse hiçbiri, herhangi bir biçimde, kanıta dayalı tıp ilkelerine göre
sınanmış, yararı ve zararı hakkında herhangi bir bilimsel hükme varılmış
değildir. Çağdaş tıbbın bakış açısından bu ürünlerin çok büyük bir bölümünün,
geleneksel tedavinin bir parçası olan ve bazılarının yararı da ortaya konulmuş
olan kocakarı ilaçlarına kıyasla hiçbir üstünlüğü yoktur. …bilim dışı
yaklaşımlar bir sektör olarak hayat bulmuştur…. Yakın dönemlerde ortaya çıkan
‘anti-aging’ adlı gerçekte karşılığı olmayan bir ‘sözde alan’, bazı çok satan
basın-yayın organlarında ve TV kanallarında adeta yeni bir bilim dalı olarak ve
iç hastalıkları gibi belirli alanlarda elde edilmiş akademik unvanları taşıyan
saygın hekimler tarafından sunulmaktadır…. kişisel inanca veya beklentilere
dayalı tedavi önerileri ne yazıktır ki, mesnetsiz iddialardan ibaret
kalmaktadır…. Ekonomi haberciliğinde sermaye piyasalarında oluşan bazı olumsuz
değişiklikleri küçük yatırımcıyı panik içine sokmadan ve doğru tahlil edebilme
hassasiyeti ne kadar önemliyse, sağlık haberciliği de en az aynı dikkati hak
etmektedir.”
Bir başka nokta “doğruluğu kesin olmayan ya da tartışmalı
konularda” yapılacak haberlerde bu durumun açık bir şekilde ifade edilip
edilmediğidir (Sütlaş, 2007a: 186). Bu da alının bilginin başka kaynaklardan
kontrol edilmesi ve doğruluğu sınandıktan sonra ya da “üzerinde tartışmanın
sürdüğü belirtilerek” yayımlanması şartını gerekli kılmaktadır.
Bu arada Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nin RTÜK’e
başvurusuna bakılabilir. RTÜK'e iletilen 20 Nisan 2009 tarihli yazıda tedavisi
mümkün olmayan kas hastalıkları konu edilerek şöyle denilmektedir:
- "Televizyon
üyelerimizin en etkin eğlence ve eğitim aracıdır. Ancak üzülerek
gözlemlemekteyiz ki, medikal bilgisi eksik ve hastalıkların tedavisi konusunda
bilgisiz bazı kişiler (çoğu doktor olmayan) alternatif tıp adı altında
bitkilerle tedavi önerilerinde bulunmaktadır. Örneğin solunum şikâyeti olan
izleyiciye bazı bitki karışımları önerilmekte ve kesin iyileşeceği
söylenmektedir. Oysa solunum sıkıntısı bir hastalık belirtisidir ve birçok
nedene bağlıdır. Türkiye Kas Hastalıkları Derneği olarak yukarıda açıklamaya
çalıştığımız yayınları ve kişileri hastalarımız açısından büyük bir tehlike
olarak görmektedir." Hatta dernek, hasta sağlığı başta olmak üzere insan
sağlığını olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olan bu yayınların denetlenmesi ve
mümkünse yasaklanması için RTÜK'ün gereğini yapmasını ivedilikle rica
etmektedir.”
Örneğin 2009 yılında, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve
Aile Planlaması Genel Müdürlüğü tarafından RTÜK'e gönderilen ve oradan da yayın
temsilcilerine iletilen “iyotlu tuz” kullanımıyla ilgili yazıda, toplumun
bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesinin önemine işaret edilerek şu
eleştiride bulunulmaktadır[2]:
"Konunun uzmanı olmayan, radyo-televizyon programlarına konuk olan
kişilerce yanlış beyanatlar verilmesi toplumu olumsuz olarak etkilemekte olup
Bakanlığımızca bu konuda yapılan çalışmalara sekte vurmaktadır.”
Türk Kardiyoloji Derneği’nin kamuoyu açıklaması da dikkat
çekicidir. “Kanserde aşı tedavisi” konulu açıklamada konunun yaklaşık 40 yıldır
yoğun bir şekilde araştırılmakta olduğuna dikkat çekilerek araştırmalar
hakkında bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir:
- “Yazılı
ve görsel basında kanser konusunda çıkan her türlü haber, kanser hastalarını ve
yakınlarını harekete geçirmektedir. Hastalarımızın ve hasta yakınlarının
hassasiyetleri de maalesef kimi zaman bu tür tedavi uygulamaları yaptığını
iddia eden bazı sözde bilim insanları tarafından istismar edilebilmektedir.
Benzer bir durum olarak; son dönemde bazı mecralarda yer alan ve bir klinikte
yapıldığı belirtilen aşı ile ilgili yayınlanmış güvenilir bir çalışma sonucu
bulunmamaktadır (…) Yaptığımız literatür taramasında, ilgili merkezin ve ismi
geçen doktorun ikna edici bilimsel yayınlarına rastlanmamıştır (…)
Hastalarımızı, mevcut kanser tedavilerine devam etmeleri ve doktorlarına
danışmadan bu ve bunun gibi gelecekte de sıklıklar karşılaşacakları bilimsel
etkinlik kanıtları olmayan tedavi yöntemlerine kapılmamaları konusunda uyarıyoruz[3].”
Sağlık konulu medya içerikleri üzerine son yıllarda dikkati
çeken en önemli açıklamalar ise Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK)
gelmiştir. “Domuz Gribi” salgını konusunda televizyon ekranlarından yapılan
yayınlar RTÜK’ün uyarıda bulunmasını gerekli kılmıştır. “Hem halkı zamanında ve
doğru bilgilendirme açısından, hem de sağduyulu davranma ve gereksiz panik
havası oluşturmama noktasında medyanın sorumluluğu ve sorumlu yayın anlayışının
önemi daha da artmaktadır” denilen 8 Mayıs 2009 tarihli RTÜK’ün açıklamasında,
yayıncı kuruluşların Genel Yayın Yönetmenleri/ Müdürlerinden bazı önlemler
almaları istenmiştir. Uyarıda sıralanan önlemler arasında tüm haber ve
yayınlarda Sağlık Bakanlığı’ndan bilgi alınması, konu hakkında kamuoyunu
bilgilendiren kimselerin alanında güvenilir, uzman kimseler olmasına dikkat
edilmesi, arşiv görüntüler yayınlandığında bunun kesinlikle belirtilmesi ve
kamuoyunu paniğe sevk edecek ifade ve görüntülere yer verilmemesi, kamuoyunu
bilgilendirmek amaçlı, ilgili kurumların hazırladığı bilgilendirici spot
filmlere yer verilmesi, konunun bahane edilerek sosyal, kültürel, ekonomik ve
turizm gibi alanlarda birtakım yanlış beklenti ve hedefleri olanlara fırsat
verilmemesi ve Türkiye’nin uluslararası camiada yanlış tanıtılmamasına dikkat
edilmesi yer almaktadır. Uyarıda ayrıca yer alan kısa bir açıklama da oldukça
dikkat çekici niteliktedir; çünkü 2003 yılında yaşanan SARS hastalığıyla ilgili
haberlerin eleştirildiği bu ifadede şöyle denilmektedir: “SARS hastalığıyla
ilgili oluşturulan atmosferde, hastalığın sosyal ve ekonomik sonuçları tıbbi
sonuçlarından daha olumsuz olmuştur.”
Yalnızca doğrudan sağlık konulu yayınlar değil, diğer yayın
içeriklerindeki sağlık konulu içerikler de eleştiri konusu olmuştur.
Örneğin Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün
RTÜK'e gönderdiği 31 Mart 2008 tarihli "TV Kanallarında Yayınlanan Yemek
Programları" konulu yazıda toplumun beslenme konusundaki bilgi düzeyinin
yetersizliği ele alınmaktadır. Yazıda "Çeşitli TV kanallarında yer alan bu
programlarda, beslenme ilkelerine uygun yemek tariflerinin yer alması büyük
önem taşımaktadır" denilerek besinlerin hazırlanması ve doğru beslenmeye
ilişkin kimi noktalara dikkat çekilmektedir.
Ülkenin en çok izlenen kanalında yine en çok izlenen
dizilerden birinde işlenen ya da anlatılanlar da toplumun yanlış
bilgilendirilmesine yol açmıştır. Kanal D ekranlarında yayınlanan "Binbir
Gece" adlı dizide senaryo gereği lösemi hastası bir çocuk için başlatılan
kan (kemik iliği) bağışı kampanyasının ve bu bağışları kabul eden sanal bir
doku bankasının varlığı tepkilere yol açmıştır. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş
Dairesi Başkanlığı tarafından 20 Mayıs 2008 günü RTÜK'e iletilen konuyla ilgili
açıklamada, "gerçek olmayan bu durum karşısında Bakanlığımız ve bağlı
sağlık kurumlarına ülkemizin dört bir yanından bağış yapmak talebiyle başvuru
olmuştur" denilmektedir. Açıklamada yer alan şu değerlendirme dikkat
çekicidir: "Rating kaygısıyla toplumumuzun duyarlılığı ve duygusallığı
kullanılmakta, sanal kampanyalar ve sanal kurumlarla beklentiler oluşturulmakta
ancak karşılığı sunulamamaktadır. Bu durum, organ ve doku bağışı gibi ülkemizin
ihtiyaç duyduğu hassas bir konuda, halkımızın gerçek kampanyalara bakışını ve
yaklaşımını da olumsuz etkileme riski taşımaktadır".
Sosyal Pediatri Derneği tarafından 24 Ocak 2007’de Ankara
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen “Basın Yayında Çocuk
Sağlığı” konulu sempozyumun sonuç bildirgesinde çocukların reklam malzemesi
olarak kullanılmaması gerektiğine işaret edilerek RTÜK, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı Reklam Özdenetim Kurulu, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık
Bakanlığı’na yönelik çağrıda bulunulmuştur (Akt.: Sütlaş, 2007a:138-139).
Birçok noktayla birlikte bildirgede, “Anne sütü yerine kullanılan ürünlerin
reklamları yasaklanmalıdır… mevcut kanunlar göz önüne alınarak gerekli
yaptırımlarda bulunulmalıdır”, “çocuk sağlığını ilgilendiren konularda reklam
yapılmamalıdır”, “reklamlar şiddet, tüketim sömürüsü, duygusal ya da cinsel
istismar içermemelidir”, “çocuklar reklam malzemesi olarak kullanılmamalıdır”
gibi oldukça uzun bir liste yapılması gerekenler listesi sunulmaktadır.
Sağlık haberciliğinde birden fazla kaynağa başvurmak özel bir
öneme sahiptir. Bu anlamda Sütlaş (2007a: 181) “Tıpta adına ekol denilen farklı
yaklaşımlar olduğu için eğer varsa bu farklılıkların araştırılması ve haberin
içinde belirtilmesi başka bir önemli unsurdur. Bu noktada eğer haber bir uzmana
dayandırılıyorsa, onun yanlış ya da yalan söyleme ihtimali nedeniyle değil, bu
farklı yaklaşımlar nedeniyle en az bir uzmandan daha görüş alınması gereklidir”
demektedir.
Gazeteci-haber kaynağı ilişkisinde Sütlaş (2007a: 203) “eşit,
soran-yanıtlayan, bilgi alan-bilgi veren ilişkisinden öteye gitmemelidir”
demektedir. “Verilen haberde kaynağın adı ve verdiği bilgilerin eksiksiz ve
doğru biçimde belirtilmesi bu kaynağın emeğine saygının gereğidir” diyen Sütlaş
(2007a: 216) “Diğer yandan da bu tutum haberi de güvenilir ve doğru kılar” diye
yazmaktadır.
Sütlaş’a (2007a: 216) göre “Tıp bilimi sürekli gelişip
değişmekte ve ilerlemektedir. Bilimsel bilginin temel unsuru yanlışlanabilir
olmasıdır. Dolayısıyla kaynağı belirtmek, onun olası yanlışlarına karşı
gazeteci açısından bir anlamda koruyucu olacaktır”. Onun ifadesiyle “Sağlık ve
tıp alanı sürekli değişen ve yenilenen bir alandır. Dün doğru olan bugün yanlış
olabilir. Gerçek sanılanın hiç olmamış olduğunu da anlamak olasıdır (2007a:
241).” Dolayısıyla sağlık habercisi de bunun bilincinde olup dikkatli bir
şeklide sürekli sorgulamalıdır.
Örneğin Müftüoğlu (2009) “Tıp Terörüne Dikkat” başlıklı
yazısında bazı sağlık yazıları içindeki yanlış bilgilerin korku, endişe ya da
tereddüte yol açabildiğini belirterek şöyle demektedir:
- Sağlık
alanında bilgilenmek (medya aracılığıyla sağlık bilincini güçlendirmek,
geliştirmek) son derece faydalı! Buna rağmen, konu son zamanlarda doktorlar ve
diğer sağlık uzmanlarının alanı olmaktan çıktı. Aklına gelen, aklına geldiği
gibi yazıp, çiziyor! Diline ne takılırsa çekinmeden söylüyor. Bazıları
televizyon televizyon dolaşıyor, gazete gazete, dergi dergi turluyor! Bilimle
uzaktan yakından ilgisi olmayan önerileri ile insanların kafasını
karıştırmaktan, korkutmaktan, uykularını kaçırmaktan çekinmiyorlar. Bunların
kimi kimyacı, kimi simyacı! Kimi uzaydan gelen bilgileri aktaran bir medyum,
kimi bitki-ot-çöp tüccarı! Bunların içinde akademik titri olanlar da yok değil!
İşte “akademisyen yazar”lardan biri geçenlerde “üzüm yaraların kapanmasını
geciktirir” diye yazı yazmış. (Bir hastamın uyarısı üzerine yazıyı ben de
okudum. Okuduklarımla dehşete düştüm. (…) Bu bilgiyi okuyan sağlık
uzmanlarının, özellikle doktorların tek kelimelik bir tepkisi oluyor: İnsaf! Bu
değerli bilim adamının söz konusu çalışmaları hangi laboratuvarlarda, hangi
bilimsel koşullarla yaptığını ve sonuçlarını hangi hakemli bilimsel dergilerde
yayınladığını bütün tıp camiası merak ediyor.
[1]
“Bölüm 8-Medya İle İlişkilerde Etik”, Türk Kadiyol Dern Arş 37 (3):36-40’de
yayımlanan yazıya 10 Ocak 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir:
http://www.tkd-online.org/dergi/TKDA_37_70_36_40.pdf
[2]
Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü
tarafından RTÜK'e gönderilen 22 Haziran 2009 tarih ve
B.10.0.AÇS.0.14.00.00.06-020-351-1-3699 sayılı "İyotlu tuz" konulu
yazı.
[3]
“Kanserde Aşı Tedavisi.” (T.y.). 24 Şubat 2013 tarihinde şu adreste
erişilmiştir: http://www.kanser.org/toplum/?action=sayfa&id=4