4.4.Üslup, Dil ve Anlatım Biçimine Yönelik Çalışmalar

Sağlık haberciliğine ilişkin eleştirilen noktaların birçoğu aslında haberciliğin genel formatı içindeki sorunlarla da yakından ilişkilidir. Aynı sorunlar ekonomi, siyaset ya da daha farklı alanlardaki habercilik uygulamalarında da dikkati çekmektedir. Bunların bir kısmı mesleğin uygulama pratiklerinden doğan sorunlar, bir kısmı da bilinenleri ya da dikkat edilmesi gerekenleri “uygulamama” ya da “uygulayamama” nedeniyle oluşan sorunlardır. 

Örneğin “Yazılı Basın Haberlerinde Görülen Yapısal Sorunlar” başlıklı Baytar’ın (2005) çalışmasına bakılırsa “dramatize etme”, “infotainment (haber-eğlence)”, “ilgililik-ilginçlik”, “kişiselleştirme”, “yıldız yaratma”, “meşrulaştırma-marjinalleştirme”, “yönlendiricilik”, “normalleştirme-büyütme”, “bağımsızlık-çarpıklık”, “yüzeysellik-derinlik” gibi başlıklar altında tanımlanan sorunları, sağlık haberlerinden verilecek örneklerle açıklamak da mümkündür.
TTB’nin basında çıkan “Başbakan beyin ölümü gerçekleşen hasta için mucize doktoru devreye soktu” haberi için yaptığı açıklamaya da dikkat çekilebilir[1]. Söz konusu açıklamada beyin ölümünün dönüşsüz olduğu, doğada ‘mucize’nin olmadığı, ‘mucize doktor’ ifadesinin bilimsel ve ahlaki açıdan yanlış olduğu, Başbakan’ın ‘mucize doktor getirtmesi’nin de hem hatalı hem de güven azaltıcı olduğu ifade edilmiştir.
Şükrü Hatun (2004), Radikal gazetesinde yer alan “Sağlık Haberleri Magazinleşirken” başlıklı yazısında medyadaki sağlık haberlerinin çoğunda ya bir hastalığın mucize yaratan tedavisinden ya da “insülin iğnesi tarihe karışıyor” gibi yeni buluşlardan söz edildiğini ve haber dili olarak magazin haberlerinin kalıplarının kullanıldığını belirtmiştir. Büyük gazetelerin ve görsel medyanın sağlık haberleri konusunda özenli davranmadığını kaydeden Hatun, sağlık haberlerinin gazetelerin üçüncü sayfasındaki “kötü, karamsarlık, mutsuzluk üreten” haberleri dengelemek için “iyimser, abartılı ve mucizevî beklentilere neden olan” başlıklarla verildiğini yazmıştır. İnsanların psikolojik durumlarının istismar edildiği ve gazetelerin çok satılmasının amaçlandığını vurgulamıştır. Hatun, gazetecilerin tıp araştırmalarını TÜBİTAK gibi ulusal bilim merkezlerinden danışmanlık alarak değerlendirmeleri gerektiğini ifade etmiştir.
Kuru ve Tılıç (2003:263), 1895’te manşete çıkan ilk bilimsel buluş olan Röntgen’in X ışınlarından bu yana medyada sağlıkla ilgili haberlere rastlandığını belirtmekte, ancak sürecin “tıbbın medyatikleştirilmesi” şeklinde işlediğini ifade etmekte ve özetle şöyle demektedirler:
-    “80’li yıllarda aspirine bağlı olarak bebek ve çocuklarda oluşan Reye sendromu ile ilgili haberlerin abartılı bir biçimde basına çıkması, erişkinlerde aspirin korkusuna sebep olmuştu. Penisiline bağlı olarak milyonda bir oranında görülebilen anaflaktik şok kaynaklı (ve kuşkulu) bir-iki ölümün yıllardır medyada ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmesi, bu altın değerindeki antibiyotiğin yerini pahalı ve uygun kullanılmayan birçok antibiyotiğin almasına neden oldu. Halkın sağlığıyla oynayan şarlatanların, alternatif tıp ya da biyoenerji adı altında görüntülü medyanın yoğun ilgisini çekmesi, toplumun yanlış yönlendirilmesine neden oluyor. Medyatikleştirilmiş tıbba teşne olan medyada sağlık haberleri; ilgi çekicilik, sansasyon ve sözde “yeni bilimsel buluş” eksenine oturtulmakta. Haberin yol açabileceği yarar ve zararların hesap edilmemesi bir tür tıp paparazziliği yarattı. Kimi çaresiz, yoksul hastaların ekrana çıkarılarak tedavi ettirilmesini bir reyting alma yolu olarak bulan televizyonlarımız, milyonlarca çaresiz hastayı çözümü asıl aramaları gereken kurumlara değil, “müşfik” medyaya yönelterek onların umutlarını sömürüyor.”

Sağlık haberlerinin dil ve anlatımı da bir başka önemli noktadır. Çünkü bir sağlık habercisinin anlatmak istediği konuyu topluma en eğitimsiz kişiye bile onların bildiği, anlayacağı sözcüklerle anlatabilmesi beklenmektedir:
-   “Sağlık ve tıpla ilgili bir haberde bu alanın kendine özgü tanımları, kavramları, durumları ve olguları yer alabilir. Büyük bir bölümünün Türkçe karşılığı olmayan, bir bölümü gündelik dilde kullanılır hale gelmiş bu sözcük ve kavramların, öncelikle haberi yazan tarafından net ve doğru bilinmesi, anlamlarının doğru kavranması gereklidir… Habercinin ikinci güçlüğü bunları halkın anlayacağı halde ve doğru bir şekilde ifade etmesidir… Bunda ne kadar başarılıysa o kadar da uzman bir gazetecidir… (Sütlaş, 2007a: 185).

Aynı konuda Milliyet gazetesi sağlık editörü Ayşegül Aydoğan Aktan, “Tıbbın spesifik bir terminolojiye sahip olmasında sağlık muhabiri, röportaj yaptığı haber kaynağı doktorla vatandaş arasında bir süzgeç görevi görür adeta. O dili anlayıp, ne anlatılmak istenildiğini kavrayıp, özümseyen, özetleyen ve doğru bir şekilde aktaran kişidir sağlık habercisi (Akt.: Şahinkaya, 2007)” demektedir.
 Sağlık konulu yayınların nasıl olması gerektiği konusunda Türk Kardiyoloji Derneği’nin yaptığı bir açıklamada da şöyle denilmektedir:
-   “Medya ve sağlık sistemi arasında uyum toplantılarıyla ortak bir dilin ve kavramların oluşturulması, karşılıklı bir sürekli eğitimin kurumsallaşması, profesyonelleşmiş bir sağlık haberciliğinin alt yapısının lisansüstü eğitim gibi bir düzeyde hazırlanması, sağlık kurumları ve mesleki örgütlerin basın ve halkla ilişkiler bürolarının hayata geçirilmesi, özellikle görsel medya araçlarının sağlık haberciliğini tıp endüstrisinin müdahalelerine kapalı, sansasyondan uzak ve kamuoyunu bilinçlendirici bir biçimde yapabilmesinin koşullarının kurumsal ve yasal zeminin de hazırlanması gerekmektedir” (Türk Kardiyoloji Derneği, 2009).

Sütlaş (2007a: 284) “Eğer gazeteciler yazdıklarını iki kez kontrol ediyorlarsa, sağlık alanının uzman habercileri bunu en az üç tez yapmalıdır. İlk ikisi haberin ve haberciliğin doğası gereği, üçüncüsü ise kendisini kontrol etmek amacıyla ve bu (sağlık alanıyla ilgili haberciliğe yönelik) tuzaklardan sakınmak için yapmalıdır.”
“Uzman bir gazetecinin yapması gereken görevlerden birisi de yaptığı haberlerin sonuçlarını izleme ve derlemesi, bireylerde toplumda ve ilgili diğer kesimlerde algılanmalarını ve yarattığı tutum ve davranış değişikliklerini gözlemesidir (Sütlaş, 2007a: 192).”
Görsellik konusunda Sütlaş (2007a: 251) “Bir yerde muhabirler haberlerini toplarken ve oluştururken buna zorlanır, dahası eğer onun getirdiği fotoğraf yeterince sıcak değilse, arşivden bulunan uygun bir fotoğrafla verilir.” demektedir. Sütlaş (2007a: 252) görsel malzeme kullanımı konusunda önce “hasta hakları” bağlamında en önemli iki temel hakkı yerine getirmek gerektiğini söylemekte ve hakları “hastanın mahremiyetini ihlal etmemek ve onu aydınlatarak onamını almak” şeklinde tanımlamaktadır. Sütlaş ayrıca haberi okuyacak veya izleyecek diğer insanların haklarını da gözetmek gerektiğini belirterek, “okurun veya izleyicinin gereksinimi olan bir hizmete ulaşma ve yararlanma hakkını ihlal etmemek gerektiğini kaydetmektedir. Sütlaş, “haber ve onu bütünleyen görüntü, herhangi bir kişiyi aslında sağlığı ve yaşamı bakımından gereksinimi olan bir sağlık hizmetinin almaktan alıkoymamalı, ertelemeye veya vazgeçirmeye zorlamamalıdır.” demektedir. Üçüncü olarak Sütlaş, hizmet verenlerin haklarına değinmekte ve “kişiye hem kişisel hem de mesleki olarak saygı göstermek ve onun mesleki onurunu zedelenmesine neden olmamak; ona meslektaşlarından, aynı işi yapanlardan farklı ve üstün bir konum sağlamamak, daha açık bir deyişle reklamını yapar bir konuma getirmemektir.” diye yazmaktadır.
Bu arada sağlık haberciliğinin gelişiminde açıklanan “Zakkum Olayı” da haberin sunumu, dil ve anlatımı açısından dikkati çekilmesi gereken bir örnektir. Bir başka örneği Kuru ve Tılıç (2003:258)  “Hepatit C” üzerinden vermişlerdir:
-   “1997 Nisan’ında ve ciddi bir televizyon programında medya bir kez daha önemli bir sağlık sorununa el attı. Yüksek reytingli programda dramatik kareler, özel efektler ve hastaların yürek parçalayıcı konuşmalarıyla verilen haberi izleyen milyonlar arasında kuşkusuz o hastalığa yakalanmış olanlar ve onların yakınları da vardı. Hastalık o denli korkunçtu ki ‘AIDS’ten daha bulaşıcı’, ‘AIDS’ten daha öldürücü’ydü ve kesinlikle tedavisi de yoktu! Medya bir anda yeni bir hayalet yaratmıştı (…): Hepatit C… Programın dayanağını bir hastanede Hepatit C virüsü kapan üç hemşirenin oluşturması, çaresizlik içinde çırpınan bir sağlık kuruluşundaki sağlık emekçileri olması işin vahametini daha da artırmaktaydı. Programı izleyip paniğe kapılan binlerce hasta sabahı zor etti (…). Ülkenin en tanınmış uzmanlarından olan bir profesörün şu sözleri medyanın sağlık konularındaki haberlerinin ne tür sonuçlara yol açtığı konusunda olukça öğreticidir: “Yıllardır tedavi ettiğim hastalarım o programdan sonra bir anda elimden kayıp gittiler. Saatlerce, günlerce konuştuğum halde ikna edemiyorum. Bana değil televizyona inanıyorlar!”

Kuru ve Tılıç (2003:259), hastalarda endişe ve korku yaratan programdan sonra belki de hastalarının Hepatit C hastalığından “daha vahim bir depresyon içine girdiklerini” belirtmekte ve medyanın sağlık konularına “sağlıksız” yaklaşmasının “zücaciye dükkânına filin girmesi” gibi sonuçlara yol açtığını ifade etmektedirler.
Olmayan bir tedavi yönteminin varmış gibi gösterilmesi, bilinçli olarak konunun saptırılması, tamamlanmamış ve eksik tıbbi araştırmaların kesin sonuç alınmadan yayımlanması, şarlatanca tedavi yöntemlerini öven haberlerin üretilmesi, haberlerin medyada yer alabilmesi için sansasyonel, çarpıtılmış ya da abartılmış olmasının bir kural haline gelmesi, sağlıkla medya arasındaki “sağlıksız ilişkinin” göstergeleri olarak yorumlanmıştır (Kuru ve Tılıç, 2003:260).




[1] “Beyin ölümü ve mucize doktor haberi üzerine.” (18 Mart 2010). 10 Ocak 2013 tarihinde şu adreste erişilmiştir: http://www.ttb.org.tr/index.php/haberler/basinaciklamalari/1921-mucizedr