Sağlık haberciliğine ilişkin eleştirilen noktaların birçoğu
aslında haberciliğin genel formatı içindeki sorunlarla da yakından ilişkilidir.
Aynı sorunlar ekonomi, siyaset ya da daha farklı alanlardaki habercilik
uygulamalarında da dikkati çekmektedir. Bunların bir kısmı mesleğin uygulama
pratiklerinden doğan sorunlar, bir kısmı da bilinenleri ya da dikkat edilmesi
gerekenleri “uygulamama” ya da “uygulayamama” nedeniyle oluşan sorunlardır.
Örneğin “Yazılı Basın Haberlerinde Görülen Yapısal Sorunlar” başlıklı Baytar’ın
(2005) çalışmasına bakılırsa “dramatize etme”, “infotainment (haber-eğlence)”,
“ilgililik-ilginçlik”, “kişiselleştirme”, “yıldız yaratma”,
“meşrulaştırma-marjinalleştirme”, “yönlendiricilik”, “normalleştirme-büyütme”,
“bağımsızlık-çarpıklık”, “yüzeysellik-derinlik” gibi başlıklar altında
tanımlanan sorunları, sağlık haberlerinden verilecek örneklerle açıklamak da
mümkündür.
TTB’nin basında çıkan “Başbakan beyin ölümü gerçekleşen hasta
için mucize doktoru devreye soktu” haberi için yaptığı açıklamaya da dikkat
çekilebilir[1]. Söz
konusu açıklamada beyin ölümünün dönüşsüz olduğu, doğada ‘mucize’nin olmadığı,
‘mucize doktor’ ifadesinin bilimsel ve ahlaki açıdan yanlış olduğu, Başbakan’ın
‘mucize doktor getirtmesi’nin de hem hatalı hem de güven azaltıcı olduğu ifade
edilmiştir.
Şükrü Hatun (2004), Radikal gazetesinde yer alan “Sağlık
Haberleri Magazinleşirken” başlıklı yazısında medyadaki sağlık haberlerinin
çoğunda ya bir hastalığın mucize yaratan tedavisinden ya da “insülin iğnesi
tarihe karışıyor” gibi yeni buluşlardan söz edildiğini ve haber dili olarak
magazin haberlerinin kalıplarının kullanıldığını belirtmiştir. Büyük
gazetelerin ve görsel medyanın sağlık haberleri konusunda özenli davranmadığını
kaydeden Hatun, sağlık haberlerinin gazetelerin üçüncü sayfasındaki “kötü,
karamsarlık, mutsuzluk üreten” haberleri dengelemek için “iyimser, abartılı ve
mucizevî beklentilere neden olan” başlıklarla verildiğini yazmıştır. İnsanların
psikolojik durumlarının istismar edildiği ve gazetelerin çok satılmasının
amaçlandığını vurgulamıştır. Hatun, gazetecilerin tıp araştırmalarını TÜBİTAK
gibi ulusal bilim merkezlerinden danışmanlık alarak değerlendirmeleri
gerektiğini ifade etmiştir.
Kuru ve Tılıç (2003:263), 1895’te manşete çıkan ilk bilimsel
buluş olan Röntgen’in X ışınlarından bu yana medyada sağlıkla ilgili haberlere
rastlandığını belirtmekte, ancak sürecin “tıbbın medyatikleştirilmesi” şeklinde
işlediğini ifade etmekte ve özetle şöyle demektedirler:
- “80’li yıllarda aspirine bağlı olarak bebek ve
çocuklarda oluşan Reye sendromu ile ilgili haberlerin abartılı bir biçimde
basına çıkması, erişkinlerde aspirin korkusuna sebep olmuştu. Penisiline bağlı
olarak milyonda bir oranında görülebilen anaflaktik şok kaynaklı (ve kuşkulu)
bir-iki ölümün yıllardır medyada ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmesi, bu
altın değerindeki antibiyotiğin yerini pahalı ve uygun kullanılmayan birçok antibiyotiğin
almasına neden oldu. Halkın sağlığıyla oynayan şarlatanların, alternatif tıp ya
da biyoenerji adı altında görüntülü medyanın yoğun ilgisini çekmesi, toplumun
yanlış yönlendirilmesine neden oluyor. Medyatikleştirilmiş tıbba teşne olan
medyada sağlık haberleri; ilgi çekicilik, sansasyon ve sözde “yeni bilimsel
buluş” eksenine oturtulmakta. Haberin yol açabileceği yarar ve zararların hesap
edilmemesi bir tür tıp paparazziliği yarattı. Kimi çaresiz, yoksul hastaların
ekrana çıkarılarak tedavi ettirilmesini bir reyting alma yolu olarak bulan
televizyonlarımız, milyonlarca çaresiz hastayı çözümü asıl aramaları gereken
kurumlara değil, “müşfik” medyaya yönelterek onların umutlarını sömürüyor.”
Sağlık haberlerinin dil ve anlatımı da bir başka önemli
noktadır. Çünkü bir sağlık habercisinin anlatmak istediği konuyu topluma en
eğitimsiz kişiye bile onların bildiği, anlayacağı sözcüklerle anlatabilmesi
beklenmektedir:
- “Sağlık
ve tıpla ilgili bir haberde bu alanın kendine özgü tanımları, kavramları,
durumları ve olguları yer alabilir. Büyük bir bölümünün Türkçe karşılığı
olmayan, bir bölümü gündelik dilde kullanılır hale gelmiş bu sözcük ve
kavramların, öncelikle haberi yazan tarafından net ve doğru bilinmesi,
anlamlarının doğru kavranması gereklidir… Habercinin ikinci güçlüğü bunları
halkın anlayacağı halde ve doğru bir şekilde ifade etmesidir… Bunda ne kadar
başarılıysa o kadar da uzman bir gazetecidir… (Sütlaş, 2007a: 185).
Aynı
konuda Milliyet gazetesi sağlık editörü Ayşegül Aydoğan Aktan, “Tıbbın
spesifik bir terminolojiye sahip olmasında sağlık muhabiri, röportaj yaptığı
haber kaynağı doktorla vatandaş arasında bir süzgeç görevi görür adeta. O dili
anlayıp, ne anlatılmak istenildiğini kavrayıp, özümseyen, özetleyen ve doğru
bir şekilde aktaran kişidir sağlık habercisi (Akt.: Şahinkaya, 2007)” demektedir.
Sağlık konulu yayınların nasıl olması gerektiği
konusunda Türk Kardiyoloji Derneği’nin yaptığı bir açıklamada da şöyle
denilmektedir:
- “Medya
ve sağlık sistemi arasında uyum toplantılarıyla ortak bir dilin ve kavramların
oluşturulması, karşılıklı bir sürekli eğitimin kurumsallaşması,
profesyonelleşmiş bir sağlık haberciliğinin alt yapısının lisansüstü eğitim
gibi bir düzeyde hazırlanması, sağlık kurumları ve mesleki örgütlerin basın ve
halkla ilişkiler bürolarının hayata geçirilmesi, özellikle görsel medya
araçlarının sağlık haberciliğini tıp endüstrisinin müdahalelerine kapalı,
sansasyondan uzak ve kamuoyunu bilinçlendirici bir biçimde yapabilmesinin
koşullarının kurumsal ve yasal zeminin de hazırlanması gerekmektedir” (Türk
Kardiyoloji Derneği, 2009).
Sütlaş (2007a: 284) “Eğer gazeteciler yazdıklarını iki kez
kontrol ediyorlarsa, sağlık alanının uzman habercileri bunu en az üç tez
yapmalıdır. İlk ikisi haberin ve haberciliğin doğası gereği, üçüncüsü ise kendisini
kontrol etmek amacıyla ve bu (sağlık alanıyla ilgili haberciliğe yönelik)
tuzaklardan sakınmak için yapmalıdır.”
“Uzman bir gazetecinin yapması gereken görevlerden birisi de
yaptığı haberlerin sonuçlarını izleme ve derlemesi, bireylerde toplumda ve
ilgili diğer kesimlerde algılanmalarını ve yarattığı tutum ve davranış
değişikliklerini gözlemesidir (Sütlaş, 2007a: 192).”
Görsellik konusunda Sütlaş (2007a: 251) “Bir yerde muhabirler
haberlerini toplarken ve oluştururken buna zorlanır, dahası eğer onun getirdiği
fotoğraf yeterince sıcak değilse, arşivden bulunan uygun bir fotoğrafla
verilir.” demektedir. Sütlaş (2007a: 252) görsel malzeme kullanımı konusunda
önce “hasta hakları” bağlamında en önemli iki temel hakkı yerine getirmek
gerektiğini söylemekte ve hakları “hastanın mahremiyetini ihlal etmemek ve onu
aydınlatarak onamını almak” şeklinde tanımlamaktadır. Sütlaş ayrıca haberi
okuyacak veya izleyecek diğer insanların haklarını da gözetmek gerektiğini
belirterek, “okurun veya izleyicinin gereksinimi olan bir hizmete ulaşma ve
yararlanma hakkını ihlal etmemek gerektiğini kaydetmektedir. Sütlaş, “haber ve
onu bütünleyen görüntü, herhangi bir kişiyi aslında sağlığı ve yaşamı
bakımından gereksinimi olan bir sağlık hizmetinin almaktan alıkoymamalı, ertelemeye
veya vazgeçirmeye zorlamamalıdır.” demektedir. Üçüncü olarak Sütlaş, hizmet
verenlerin haklarına değinmekte ve “kişiye hem kişisel hem de mesleki olarak
saygı göstermek ve onun mesleki onurunu zedelenmesine neden olmamak; ona
meslektaşlarından, aynı işi yapanlardan farklı ve üstün bir konum sağlamamak,
daha açık bir deyişle reklamını yapar bir konuma getirmemektir.” diye
yazmaktadır.
Bu arada sağlık haberciliğinin gelişiminde açıklanan “Zakkum
Olayı” da haberin sunumu, dil ve anlatımı açısından dikkati çekilmesi gereken
bir örnektir. Bir başka örneği Kuru ve Tılıç (2003:258) “Hepatit C” üzerinden vermişlerdir:
- “1997
Nisan’ında ve ciddi bir televizyon programında medya bir kez daha önemli bir
sağlık sorununa el attı. Yüksek reytingli programda dramatik kareler, özel
efektler ve hastaların yürek parçalayıcı konuşmalarıyla verilen haberi izleyen
milyonlar arasında kuşkusuz o hastalığa yakalanmış olanlar ve onların yakınları
da vardı. Hastalık o denli korkunçtu ki ‘AIDS’ten daha bulaşıcı’, ‘AIDS’ten
daha öldürücü’ydü ve kesinlikle tedavisi de yoktu! Medya bir anda yeni bir
hayalet yaratmıştı (…): Hepatit C… Programın dayanağını bir hastanede Hepatit C
virüsü kapan üç hemşirenin oluşturması, çaresizlik içinde çırpınan bir sağlık
kuruluşundaki sağlık emekçileri olması işin vahametini daha da artırmaktaydı.
Programı izleyip paniğe kapılan binlerce hasta sabahı zor etti (…). Ülkenin en
tanınmış uzmanlarından olan bir profesörün şu sözleri medyanın sağlık
konularındaki haberlerinin ne tür sonuçlara yol açtığı konusunda olukça
öğreticidir: “Yıllardır tedavi ettiğim hastalarım o programdan sonra bir anda
elimden kayıp gittiler. Saatlerce, günlerce konuştuğum halde ikna edemiyorum.
Bana değil televizyona inanıyorlar!”
Kuru ve Tılıç (2003:259), hastalarda endişe ve korku yaratan
programdan sonra belki de hastalarının Hepatit C hastalığından “daha vahim bir
depresyon içine girdiklerini” belirtmekte ve medyanın sağlık konularına
“sağlıksız” yaklaşmasının “zücaciye dükkânına filin girmesi” gibi sonuçlara yol
açtığını ifade etmektedirler.
Olmayan bir tedavi yönteminin varmış gibi gösterilmesi,
bilinçli olarak konunun saptırılması, tamamlanmamış ve eksik tıbbi
araştırmaların kesin sonuç alınmadan yayımlanması, şarlatanca tedavi
yöntemlerini öven haberlerin üretilmesi, haberlerin medyada yer alabilmesi için
sansasyonel, çarpıtılmış ya da abartılmış olmasının bir kural haline gelmesi,
sağlıkla medya arasındaki “sağlıksız ilişkinin” göstergeleri olarak
yorumlanmıştır (Kuru ve Tılıç, 2003:260).
[1]
“Beyin ölümü ve mucize doktor haberi üzerine.” (18 Mart 2010). 10 Ocak 2013
tarihinde şu adreste erişilmiştir:
http://www.ttb.org.tr/index.php/haberler/basinaciklamalari/1921-mucizedr