4.5.1.Medya İçeriklerinin Eleştirisi

Sezgin’in (2011a) “Tıbbileştirilen Yaşam, Bireyselleştirilen Sağlık” adlı çalışmasının ilk bölümünde “sağlık ve iktidar” ilişkisi sorgulanarak sağlık ve hastalık kavramlarının tarihsel gelişimi, bedenin denetimi ve tıbbi sosyal kontrol, gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi ve sağlık sorunsalının bireyselleştirilmesi konularına yer verilmektedir.
İkinci bölümde “sağlık iletişimi” konu alınarak bu konudaki literatüre ilişkin kapsayıcı bir özet sunulmaktadır. Sağlık iletişimi çalışmaları, araştırmaları, kuram ve model yaklaşımları ve diğer yaklaşımlar açıklanmaktadır. Üçüncü bölümde de Hürriyet gazetesi üzerine gerçekleştirilen analiz bulgularına yer verilmektedir. Bu bölümde Hürriyet gazetesi ve ekleri bir yıllık sürede (1 Ocak-31 Aralık 2008) incelenerek sağlık ve sağlıklı yaşam vaatlerinin yer aldığı tüm yazılar niteliksel ve niceliksel içerik çözümlemesi yöntemiyle 24 değişken üzerinden analiz edilmiştir (Sezgin, 2011a:29, 31).
Çalışmasında özetle, medyadaki sağlık söyleminin yaşamları ve böylece bireyden başlayarak toplumları şekillendirdiğini belirten Sezgin (2011a:18), iki temel kavram ortaya atmakta ve açıklamaktadır: (1) Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi ve (2) Sağlık sorunsalının bireyselleştirilmesi. Bu iki kavramın ardında “sağlıklı yaşam endüstrisinin” bulunduğunu belirten Sezgin (2011a:21) yaşamı doğrudan ya da dolaylı olarak denetleyen bir araç olarak gündelik yaşamın tıbbileştirilmesini şöyle açıklamaktadır:
-   “Geçmişte doğal süreçler olarak kabul edilen doğum, ölüm, menopoz ve yaşlılık gibi kavramlar başta olmak üzere çok sayıda kavram ya da konu tıbbileştirilmeye başlanmıştır. Tıp alanındaki gelişmelerin bahsi geçen konularda bireye daha yüksek yaşam kalitesi, daha sağlıklı ve daha uzun geçirilen bir ömür getirdiği göz ardı edilemez. Buna karşın gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi, tıbbi hegemonya açısından doktorların, sağlık kuruluşları ve sağlık hizmeti sağlayanların, ilaç firmalarının ve tedaviye katkı sağlayan ‘ilaçmış’ gibi düşünülen ürün üreticilerinin; özetle, sağlıkla ilgili olabilecek çıkar gruplarının gücünü artırmıştır. Aynı zamanda tıbbileştirilen gündelik yaşam bireye ‘kendini hasta hissettirerek’ zaman zaman gereğinden fazla, bazen de gerekmeyen tedavi ve testlere teşvik edilerek, tıbbi güce ve kar amacına katkıda bulunmaktadır.”

Sezgin (2011a:21) gündelik yaşama dair konuşmaların da tıbbileştirildiğini ve bunun medyadan öğrenilen bilgilerin etkili olduğunu kaydetmektedir. “Kontrol altına alınan sadece bedenler olmamakta; yaşamlar kontrol altına alınarak ‘iyi’ olması planlanan ve biçimlendirilen bir sürece dönüşmektedir. Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi ‘normal’ olanı belirleyen ve denetleyenlerin lehine toplumların denetimini içerir” demektedir (Sezgin, 2011a:22).
Diğer yandan da Sezgin (2011a:22), “yaşamın tıbbileştirilmesinin yanı sıra, kozmetiğin tıbbileştirildiğini, aynı zamanda tıbbın da kozmetikleştirildiğini” belirtmektedir. “Kozmetik girişimler genetik, coğrafi ve bireysel özelliklerin hesaba katılmadığı standartlaşmış gözler, dudaklar ya da kilolar; daha dönemlisi kafalarının içinde ne olduğu önemli olmayan bedenler yaratmıştır. Bu bedenler ise ‘sağlıklı görünmek’ için sürekli ‘altın oran’ı yakalamaya çalışan; sayısız girişim ve ürüne yüksek bedeller ödemeye hazır halde bedenlerdir” demektedir.
Sağlığın bireyleştirilmesi noktasında da Sezgin (2011a:25-26) “Bireyleştirilen sağlık anlayışıyla tüm sorumluluk bireye yüklenerek çevre koşulları, sağlık politikaları ve benzerleri, sağlıkla doğrudan ilişkili konular değilmiş gibi göz ardı edilmektedir. Yine bu anlayışın sonucu olarak bireyin hasta olması neredeyse bireyin ‘hatası’ gibi görülmeye başlanmıştır. Birey ya ona verilen ödevleri yerine getirememiştir ya muayene olmaya geç gitmiştir ya da kendi üzerine düşeni yapmamıştır. Hatta tüm bunları yapmakta geciktiği için ‘cezalandırılmıştır’” demektedir.
Sezgin’in (2011a:160-171) Hürriyet gazetesi üzerine yaptığı içerik analizi bulgularına da yer verilebilir. İncelenen 2008 yılı içinde toplam 3008 yazı tespit edilmiş; bunların %32,6’sının ana gazetede, diğerlerinin ise eklerinde yer aldığı belirlenmiştir. Genel olarak Mart, Nisan ve Mayıs aylarındaki yayın sayısının diğer aylara göre daha fazla olduğu, haberin yayımlandığı tarihe bağlı olarak sağlık ve sağlığa ilişkin bilgilendirme ve önerilerin miktar ve içeriğinin de değiştiği vurgulanmıştır. Bir yıl boyunca yalnızca 5 haber birinci sayfada yer bulurken “özel konulu sayfalarda” yayımlanma oranı %68,3 olarak tespit edilmiştir. Bu yazıların %50,8’i spot şeklindedir. Köşe yazısı oranı ise %20’lere yaklaşmaktadır. Başlıkların %20’sinin soru cümlesi olarak hazırlanması ise dikkat çekici bulunmuştur. Çünkü sorular, bireylerin sağlıkla ilgili bir konuda doktor/uzmana ya da yakınlarına soracakları/sordukları sorulara benzemektedir. Yazılarda görsel malzeme kullanılma oranı %81,9 olarak belirtilmiştir. Çoğunlukla fotoğraf şeklindeki bu görüntülerin “konuyla ilgili olmayan arşiv görüntüleri” olduğu kaydedilmektedir. Doğrudan konuyla ilgili bulunan görsel malzeme oranı %42,7; ilgisiz olanların oranı ise %39,4’dür. Aynı görsel malzemelerin (fotoğrafların) farklı zaman ve farklı konularda tekrar yayımlandığı da örneklerle ortaya konulmaktadır. Örneğin tiroit hastalıkları gibi kalp hastalıkları, özellikle kalp krizi ile ilgili de aynı görsel kullanılmıştır. Haber diline yönelik incelemede ise yazıların %83,7’sinin kesin bir dille (muğlak olmayan şekilde) yazıldığı belirtilmiştir. Bu dil yapısının ardında tıbbi otorite figürü olan doktorların kullanılmasının da dilin etkisini arttırdığı şeklinde yorumlanmıştır. Dilin kesinliğine karşın ciddi olma (%58,4) ve magazinellik (%41,6) oranları “birbirine yakın” değerlendirilmiştir. Yazıların %89,6’sında bir doktora ya da uzmana yönlendirmenin yapılmadığı; eş deyişle “doktorunuza danışınız” denilmediği, bunun yerine bireyselleştirilmiş ifadelerle bireyin “kendi kendinin doktoru” olmalarının beklendiği ifade edilmiştir. Öte yandan yazıların %47,2’sinde uzman görüşünün var olduğu ifade edilmektedir.
Çalışmada sorgulanan temel kavramlar bağlamında ise incelenen 3008 yazının dörtte birinde (%25,9) “tıbbileştirme” tespit edilmiştir. Yazıların üçte bire yakınında (%31,9) da “bireyleştirme” belirlenmiştir. Sezgin (2011a:172) günlük ödevlerle sağlığını koruma ve geliştirme durumunda bırakılan bireye yönelik bu haber bombardımanı içinde bireyin tüm bilgilerden gerektiği gibi yararlanmasının neredeyse olanaksız olduğunu söylemektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse çalışmada “yaşam tarzı önerileri” başlığı altında incelenen yazıların %33,1’inde “beslenme, diyet ve diğer beslenme önerilerinin”, %12’sinde “estetik operasyon, kozmetik girişim, gençlik, güzellik konularının” işlendiği örnek haberlerle birlikte anlatılmaktadır (Sezgin, 2011a:173-184). Egzersiz ve formda olma konusunda çıkan yazıların oranı ise %6,6’dır. Bir noktanın altını çizmek gerekirse, yazılarda egzersizin kadınlar için estetik ve zayıf olmak, erkekler için ise kaslı olmak anlamına geldiği ifade edilmiştir (Sezgin, 2011a:186).
Yazılarda “bilinçlendirme”; toplumu bazı sağlık konularında bilinçlendirmeye yönelik sosyal sorumluluk nitelikli kampanya, toplumsal hareket ya da uygulamalara yer verilme oranı %35,2’dir. Bu yazıların tıbbileştirilmiş bilgilerle verilme oranı ise %21,8’dir (Sezgin, 2011a:184). Sezgin (2011a:213) bilinçlendirmeye yönelik sunumların bireyleri değil toplulukları harekete geçirici, eyleme dönük sunumlar olmaktan çok bireysel yaklaşımları pekiştirmeye yönelik olduğunu belirtmektedir.
Sezgin (2011a:189-190) yaşlanmanın doğanın bir gereği olmaktan çıkarılıp mücadele edilmesi, geciktirilmesi gereken bir süreç, bir ‘hastalık’ ya da başa gelen bir ‘felaket’ gibi gösterilmeye başlandığını vurgulayarak bu sayede yeni pazarlar açıldığını belirtmektedir. İncelenen yazıların %3,5’inde yaşlanma ve yaşlılık konusuna değinildiği belirlenmiştir. Bu yazılarda da yaşlanmanın tıbbileştirildiği kaydedilmiştir.
“Alternatif tıp”, Sezgin’in (2011a:192-193) incelediği bir başka başlıktır. Bireylerin hastalıkları uzun süre devam ettiği; modern tıbba olan inançlarının eksildiği; tedavilerine destek gerektiğini düşündükleri ya da tedaviden vazgeçtikleri zaman alternatif ya da tamamlayıcı tıptan yararlanmak isteyebileceklerini belirten Sezgin, “Özellikle modern tıbbın hastayı birey olarak değil ‘hasta organ’ olarak görmesi bireyleri bu alana doğru yöneltmede etkili olmaktadır” demektedir. Yapılan incelemede bir yıl içinde bu kategoride yayımlanan yazıların oranının %3,3 olduğu belirlenmiştir (Sezgin, 2011a:194).
Ayrıca incelenen yazılarda cinsel yaşam ve cinsel hastalıklar konusuna değinilme oranının %3,2 olduğu da ifade edilmelidir (Sezgin, 2011a:194). Bununla birlikte yazıların % 9,2’sinde “mucize, moda, skandal, Türk doktor ve hasta hikâyelerine”, %11’inde “sağlığa ilişkin istatistik, araştırma ve buluşlara”, %10,6’sında “yasal düzenleme, sağlık politikaları ve rutin sağlık konularına” yer verildiği belirlenmiştir (Sezgin, 2011a:198-208).
Sezgin (2011a:214) çalışmanın sonunda “bu duruma bireyin karşı koyması veya mücadele etmesi hemen olanaksızdır” demektedir. Sezgin’in (2011a:214-216) açıkladığı öneriler arasından şu noktalara ulaşmak mümkündür:
-   Sağlık konusunda bireyin hasta hakkının etik değerler doğrultusunda korunması,
-   Sağlık okuryazarlığının yükseltilmesi,
-   Eleştirel sağlık okuryazarlığının geliştirilmesi,
-   Kamu sağlığı politikaları ve bu politikaları geliştirmeye desteği artırmak, toplumsal sorunlara dikkati çekmek için kamu tartışmasını açmak, şekillendirmek ve harekete geçirmek amacıyla medyada savunuculuğu yaklaşımının geliştirilmesi,
-   Medyanın sorumluluğunun unutulmaması ve bu doğrultuda medya içeriklerinin etik kaygılar öne çıkarılarak hazırlanması,
-   İletişim ve sağlıkla ilgili lisans ve yüksek lisans programlarında sağlık iletişimi derslerine yer verilmesi,
-   Sağlığa ilişkin mesajların şiddet ve cinsellikten farklı “masum” bilgiler olarak, kontrolsüz olarak sunulması üzerinde durulması önemli konular arasındadır.

Esma Gültivin Gür (2009) “Tüketim Kültürü Bağlamında Sağlık Haberleri” başlıklı doktora tezinde medya kültürü ve “tüketimcilik olgusu” üzerinde durarak “bireylerin sağlıklarını korumak için medya ve ilaç endüstrisiyle ilişkiye girmelerini gerektiren “healtizm” kavramını ele almıştır. Gür (2009:iii), “medya sağlık alanında birleştirici bir işlev yüklenememiş, daha çok tüketim kültürünü yaygınlaştıracak haberlerle tüketicinin inşasına yönelik bir tutum içine girmiştir” sonucuna ulaşmıştır. Gür’ün tezinde sağlık sosyolojisi ve sağlık haberciliği ilişkisinden başlayarak tüketim kültürü bağlamında sağlık haberciliğinin yeri tanımlanmaya çalışılmıştır. Gür (2009:163) “Kapitalizm sağlık haberlerini kendi çıkarlarını gerçekleştirebilmek amacıyla etkin bir biçimde kullanmaktadır. Bu noktada korku kültürü ve ihtiyaçların manipülasyonunun etkin bir biçimde kullanılması, sağlık haberlerini tüketim kültürünün önemli bir parçası haline getirmektedir” demektedir.
Gür (2010) “Dezenformasyona Uğratılan Bir Sosyal Hak Olarak Sağlık” başlıklı makalesinde de her gün karşılaşılan sağlık haberleri veya sağlık haberi görünümündeki reklamların insanın hayattaki en büyük korkusu olan ölüm korkusunu kullanarak, insanlara ürün satmaya çalıştığını belirtmektedir. Estetik, güzellik gibi olgular tıpla bağdaştırılmaya başlamıştır. Bedenle ilgili imgeler yüceltilmekte, medyada kusursuz bedenler sergilenmektedir. Sağlığa zararı olmayan, hayatın doğal bir süreci olan menopoz, yaşlanma gibi olgular, büyük bir sağlık sorunu haline getirilerek, kapitalizmin bu büyük sorunu ortadan kaldırma iddiasındaki çeşitli ürünlerinin pazarlanmasına ve hatta çeşitli cerrahi müdahaleler yapılmasına yol açmaktadır. Sağlık haberciliği de bu ticari amaçlara ulaşmak için kullanılan bir araç olarak görülmektedir.
Birsen ve Öztürk’ün (2011) “Tüketim Kültürü Çerçevesinden Sağlık Haberleri” başlıklı çalışmasında da sağlık haberleri üzerinden “tüketim kültürü” sorgulanmaktadır. Çalışmada tüketim kültürü, “tüketicilerin tüketerek kendilerine yeni bir statü edinme, hem kendilerini hem de başkalarını tükettikleriyle değerlendirme, ihtiyaçtan değil, arzu ve hazdan dolayı tüketimin yapıldığı kültür” olarak tanımlanarak; medyanın 1990’lardan günümüze tüketim olgusunun bir yaşam tarzına dönüşmesindeki merkezi rolü değerlendirilmektedir. Çalışmada özellikle güzellik ve estetik amaçlı haberlerin ideal bir beden algısı yaratma amacı üzerine kurulduğu ideal bedene erişme yolu olarak da tüketimin teşvik edildiği vurgulanmaktadır. Hürriyet gazetesinin 1991-2008 yılları arası mayıs aylarında hafta içi salı ve hafta sonu cumartesi günleri yayımlanan sağlık haberlerinin içerik analizi uygulamasıyla incelendiği çalışmada, 54 haber üzerinden, haberlerde üst sınıfın yaşam tarzının sunulduğu ve bu yaşam tarzını özendirecek ve öykündürecek şekilde haber yapıldığı ifade edilmektedir.
Melis Baydur (2010), “Medyada ‘Sağlıklı’ İnsan Sunumları: Popüler Kültürde Sağlıklı ve Sürdürülebilir Yaşam Görünümleri” başlıklı yüksek lisans tezinde medya aracılığıyla oluşturulan “sağlıklı insan” imajını incelemiştir. Baydur (2010:1) öncelikle şöyle demektedir:
-   “Medya belli bir yaşam stiline, yaşama karşı belli bir bakış açısına sahip insanları ‘sağlıklı’ olarak göstermektedir. Bu sağlıklı insan imajının çerçevelenmesinin oluşumunda televizyon programlarındaki sterotipleştirmelerden, reklamlardaki görsel dile çeşitli faktörler destek olmaktadır. Aynı şekilde medya sağlığı ve tıbbın bazı unsurlarını ‘popüler bilim’ haline getirerek popüler kültür ürünleri içerisinde bir metaya dönüştürmektedir.”

Baydur (2010:1) medyada sağlıklı insan imajı için kalıplaşmış bir görsel dilin de mevcut olduğunu belirterek, “(medyada) çağın insanına ‘sağlıklı’ olabilmesi ve bu yönde bir profil yaratabilmesi için belirli yöntemler verilir, tavsiyelerde bulunulur” demektedir.
Çalışmada “popüler sağlık haberciliği” başlığı altında Milliyet gazetesinin Cadde ve Hürriyet gazetesinin Pazar eklerine yönelik “Kasım 2009-Nisan 2010” tarihleri arasında yapılan incelemeye yer verilmektedir. Cadde ekindeki 499 sağlık haberinin 189’u “genel sağlık” ve 113’ü “beslenme/bitkisel sağlık” kategorisinde bulunmuştur. Çalışmada kilo-diyet, beslenme/bitkisel sağlık, anti aging, güzellik, spor ve estetik konularını kapsayan “wellness” trendine yönelik haber sayısının “genel sağlık”tan daha yüksek olduğu belirtilmektedir (Baydur, 2010:86). Hürriyet Pazar ekinde de aynı dönemde yayımlanmış 107 haber tespit edilmiştir. Bunların 40’ı “genel sağlık”, 27’si “beslenme/bitkisel sağlık” ve 26’sı da “kilo/diyet” konularındadır. Bu bağlamda “wellness” kategorisine giren haber sayısının 61’i bulduğu ifade edilmektedir (Baydur, 2010:87).
Çalışmada özetle, sağlıklı insan imajının oluşumunda medyanın rolüne işaret ederek popüler kültür içinde yükselen “wellness” sektörüne vurguda bulunulmuştur. “Sağlık” başlığı altında yapılan haberciliğin çoğunlukla, sağlık sektörüne dair sorunlardan ziyade beslenme, bitkisel sağlık, meditasyon-kişisel gelişim gibi “wellness” sektörüne dair konularla sınırlı kaldığı belirtilmiştir. Çalışmanın son bölümünde ise “sürdürülebilir yaşam, sürdürülebilir tüketim ve yeşil imajlar” konusuna yer verilmiştir.
Bozok (2011) ise, “Biyoiktidara Özgü Bir Özne(l)leşme Pratiği Olarak Popüler Sağlıklı Yaşam Söylemi” başlıklı makalesi ile sağlık ile ilgili söylemleri eleştirel bir üslupla değerlendirmiştir. Bozok, popüler sağlıklı yaşam söyleminin sağlıklı olmayı bedenle yürütülecek bir mücadele süreci olarak kurguladığını belirtmektedir. Makalenin üç ana ekseni bulunmaktadır. İlk olarak bireyin hem kendi bedeni üzerindeki kontrolüyle, hem de biyoiktidarın söylemleri ve hesaplarıyla şekillenen öznelliğini Foucaultcu bir bakış açısından okumaktadır. İkinci olarak moleküler biyopolitikanın yükselişiyle birlikte ortaya çıkan ve hareketli her bir parçasının sağlığı konusunda özen gösterilmesi gereken moleküler beden anlayışına odaklanmaktadır. Son olarak dış görünüşü tüketilen ve kendisi için tüketen beden fikrine değinilmektedir.
Kanal D’de yayımlanan Doktorum programı üzerinden yeni sağlık anlayışı, toplumsal cinsiyet ve tüketim ilişkisinin sorgulandığı Kaya’nın (2011) çalışmasında eleştirel yaklaşım çerçevesinde değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Çalışmada “neoliberal sistemin getirdiği yeni sağlık anlayışının” insanlara hastalığın önlenebilir bir şey olduğu, sağlıklı beden için bireysel olarak yapılması gerekenlerin anlatıldığı ve onun sorunlarıyla baş başa bırakılırken daha çok kadınlara seslenildiği dile getirilmekte, Doktorum programında da aynı anlayışın meşrulaştırıldığı, yerleştirildiği ve yaygınlaştırıldığı belirtilmektedir. Kaya (2011:143) Türkiye İstatistik Kurumu’nun hazırladığı nüfusun yaşam koşulları göstergelerine de dikkati çekerek, kurumsal olmayan nüfusun %43,8’inin konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi vb.” sorunlarına, %43,3’ünün oturduğu konutunda “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” yaşadığına, açlık sınırında yaşayan 13 milyon kişi olduğuna değinmekte ve şöyle demektedir: “Hastalık gelmeden önleme stratejisi kapsamında sağlığın sorumluluğunu bireyin üstüne yıkmak yerine, hastalık üreten koşulları doğrudan yoksullukla mücadele stratejilerini gerekli kılmaktadır. Sağlık Show programları bu tür mücadeleler yerine, sağlığı dans eden doktorlarla şıkça paketleyip tüketime sunma ve sağlığı bireyin sorumluğuna bırakmayı yerleştirir ve yaygınlaştırır.”