Sezgin’in (2011a) “Tıbbileştirilen Yaşam, Bireyselleştirilen
Sağlık” adlı çalışmasının ilk bölümünde “sağlık ve iktidar” ilişkisi
sorgulanarak sağlık ve hastalık kavramlarının tarihsel gelişimi, bedenin
denetimi ve tıbbi sosyal kontrol, gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi ve sağlık
sorunsalının bireyselleştirilmesi konularına yer verilmektedir.
İkinci bölümde
“sağlık iletişimi” konu alınarak bu konudaki literatüre ilişkin kapsayıcı bir
özet sunulmaktadır. Sağlık iletişimi çalışmaları, araştırmaları, kuram ve model
yaklaşımları ve diğer yaklaşımlar açıklanmaktadır. Üçüncü bölümde de Hürriyet
gazetesi üzerine gerçekleştirilen analiz bulgularına yer verilmektedir. Bu bölümde
Hürriyet gazetesi ve ekleri bir yıllık sürede (1 Ocak-31 Aralık 2008)
incelenerek sağlık ve sağlıklı yaşam vaatlerinin yer aldığı tüm yazılar
niteliksel ve niceliksel içerik çözümlemesi yöntemiyle 24 değişken üzerinden
analiz edilmiştir (Sezgin, 2011a:29, 31).
Çalışmasında özetle, medyadaki sağlık söyleminin yaşamları ve
böylece bireyden başlayarak toplumları şekillendirdiğini belirten Sezgin
(2011a:18), iki temel kavram ortaya atmakta ve açıklamaktadır: (1) Gündelik
yaşamın tıbbileştirilmesi ve (2) Sağlık sorunsalının bireyselleştirilmesi. Bu
iki kavramın ardında “sağlıklı yaşam endüstrisinin” bulunduğunu belirten Sezgin
(2011a:21) yaşamı doğrudan ya da dolaylı olarak denetleyen bir araç olarak
gündelik yaşamın tıbbileştirilmesini şöyle açıklamaktadır:
- “Geçmişte
doğal süreçler olarak kabul edilen doğum, ölüm, menopoz ve yaşlılık gibi
kavramlar başta olmak üzere çok sayıda kavram ya da konu tıbbileştirilmeye
başlanmıştır. Tıp alanındaki gelişmelerin bahsi geçen konularda bireye daha
yüksek yaşam kalitesi, daha sağlıklı ve daha uzun geçirilen bir ömür getirdiği
göz ardı edilemez. Buna karşın gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi, tıbbi
hegemonya açısından doktorların, sağlık kuruluşları ve sağlık hizmeti
sağlayanların, ilaç firmalarının ve tedaviye katkı sağlayan ‘ilaçmış’ gibi
düşünülen ürün üreticilerinin; özetle, sağlıkla ilgili olabilecek çıkar
gruplarının gücünü artırmıştır. Aynı zamanda tıbbileştirilen gündelik yaşam
bireye ‘kendini hasta hissettirerek’ zaman zaman gereğinden fazla, bazen de
gerekmeyen tedavi ve testlere teşvik edilerek, tıbbi güce ve kar amacına
katkıda bulunmaktadır.”
Sezgin (2011a:21) gündelik yaşama dair konuşmaların da
tıbbileştirildiğini ve bunun medyadan öğrenilen bilgilerin etkili olduğunu
kaydetmektedir. “Kontrol altına alınan sadece bedenler olmamakta; yaşamlar
kontrol altına alınarak ‘iyi’ olması planlanan ve biçimlendirilen bir sürece
dönüşmektedir. Gündelik yaşamın tıbbileştirilmesi ‘normal’ olanı belirleyen ve
denetleyenlerin lehine toplumların denetimini içerir” demektedir (Sezgin,
2011a:22).
Diğer yandan da Sezgin (2011a:22), “yaşamın
tıbbileştirilmesinin yanı sıra, kozmetiğin tıbbileştirildiğini, aynı zamanda
tıbbın da kozmetikleştirildiğini” belirtmektedir. “Kozmetik girişimler genetik,
coğrafi ve bireysel özelliklerin hesaba katılmadığı standartlaşmış gözler,
dudaklar ya da kilolar; daha dönemlisi kafalarının içinde ne olduğu önemli
olmayan bedenler yaratmıştır. Bu bedenler ise ‘sağlıklı görünmek’ için sürekli
‘altın oran’ı yakalamaya çalışan; sayısız girişim ve ürüne yüksek bedeller
ödemeye hazır halde bedenlerdir” demektedir.
Sağlığın bireyleştirilmesi noktasında da Sezgin (2011a:25-26)
“Bireyleştirilen sağlık anlayışıyla tüm sorumluluk bireye yüklenerek çevre
koşulları, sağlık politikaları ve benzerleri, sağlıkla doğrudan ilişkili
konular değilmiş gibi göz ardı edilmektedir. Yine bu anlayışın sonucu olarak
bireyin hasta olması neredeyse bireyin ‘hatası’ gibi görülmeye başlanmıştır.
Birey ya ona verilen ödevleri yerine getirememiştir ya muayene olmaya geç
gitmiştir ya da kendi üzerine düşeni yapmamıştır. Hatta tüm bunları yapmakta
geciktiği için ‘cezalandırılmıştır’” demektedir.
Sezgin’in (2011a:160-171) Hürriyet gazetesi üzerine yaptığı
içerik analizi bulgularına da yer verilebilir. İncelenen 2008 yılı içinde
toplam 3008 yazı tespit edilmiş; bunların %32,6’sının ana gazetede,
diğerlerinin ise eklerinde yer aldığı belirlenmiştir. Genel olarak Mart, Nisan
ve Mayıs aylarındaki yayın sayısının diğer aylara göre daha fazla olduğu,
haberin yayımlandığı tarihe bağlı olarak sağlık ve sağlığa ilişkin bilgilendirme
ve önerilerin miktar ve içeriğinin de değiştiği vurgulanmıştır. Bir yıl boyunca
yalnızca 5 haber birinci sayfada yer bulurken “özel konulu sayfalarda”
yayımlanma oranı %68,3 olarak tespit edilmiştir. Bu yazıların %50,8’i spot
şeklindedir. Köşe yazısı oranı ise %20’lere yaklaşmaktadır. Başlıkların
%20’sinin soru cümlesi olarak hazırlanması ise dikkat çekici bulunmuştur. Çünkü
sorular, bireylerin sağlıkla ilgili bir konuda doktor/uzmana ya da yakınlarına
soracakları/sordukları sorulara benzemektedir. Yazılarda görsel malzeme
kullanılma oranı %81,9 olarak belirtilmiştir. Çoğunlukla fotoğraf şeklindeki bu
görüntülerin “konuyla ilgili olmayan arşiv görüntüleri” olduğu
kaydedilmektedir. Doğrudan konuyla ilgili bulunan görsel malzeme oranı %42,7;
ilgisiz olanların oranı ise %39,4’dür. Aynı görsel malzemelerin (fotoğrafların)
farklı zaman ve farklı konularda tekrar yayımlandığı da örneklerle ortaya
konulmaktadır. Örneğin tiroit hastalıkları gibi kalp hastalıkları, özellikle kalp
krizi ile ilgili de aynı görsel kullanılmıştır. Haber diline yönelik incelemede
ise yazıların %83,7’sinin kesin bir dille (muğlak olmayan şekilde) yazıldığı
belirtilmiştir. Bu dil yapısının ardında tıbbi otorite figürü olan doktorların
kullanılmasının da dilin etkisini arttırdığı şeklinde yorumlanmıştır. Dilin
kesinliğine karşın ciddi olma (%58,4) ve magazinellik (%41,6) oranları
“birbirine yakın” değerlendirilmiştir. Yazıların %89,6’sında bir doktora ya da
uzmana yönlendirmenin yapılmadığı; eş deyişle “doktorunuza danışınız”
denilmediği, bunun yerine bireyselleştirilmiş ifadelerle bireyin “kendi
kendinin doktoru” olmalarının beklendiği ifade edilmiştir. Öte yandan yazıların
%47,2’sinde uzman görüşünün var olduğu ifade edilmektedir.
Çalışmada sorgulanan temel kavramlar bağlamında ise incelenen
3008 yazının dörtte birinde (%25,9) “tıbbileştirme” tespit edilmiştir.
Yazıların üçte bire yakınında (%31,9) da “bireyleştirme” belirlenmiştir. Sezgin
(2011a:172) günlük ödevlerle sağlığını koruma ve geliştirme durumunda bırakılan
bireye yönelik bu haber bombardımanı içinde bireyin tüm bilgilerden gerektiği
gibi yararlanmasının neredeyse olanaksız olduğunu söylemektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse çalışmada “yaşam tarzı önerileri”
başlığı altında incelenen yazıların %33,1’inde “beslenme, diyet ve diğer
beslenme önerilerinin”, %12’sinde “estetik operasyon, kozmetik girişim,
gençlik, güzellik konularının” işlendiği örnek haberlerle birlikte
anlatılmaktadır (Sezgin, 2011a:173-184). Egzersiz ve formda olma konusunda çıkan
yazıların oranı ise %6,6’dır. Bir noktanın altını çizmek gerekirse, yazılarda
egzersizin kadınlar için estetik ve zayıf olmak, erkekler için ise kaslı olmak
anlamına geldiği ifade edilmiştir (Sezgin, 2011a:186).
Yazılarda “bilinçlendirme”; toplumu bazı sağlık konularında
bilinçlendirmeye yönelik sosyal sorumluluk nitelikli kampanya, toplumsal
hareket ya da uygulamalara yer verilme oranı %35,2’dir. Bu yazıların
tıbbileştirilmiş bilgilerle verilme oranı ise %21,8’dir (Sezgin, 2011a:184).
Sezgin (2011a:213) bilinçlendirmeye yönelik sunumların bireyleri değil
toplulukları harekete geçirici, eyleme dönük sunumlar olmaktan çok bireysel
yaklaşımları pekiştirmeye yönelik olduğunu belirtmektedir.
Sezgin (2011a:189-190) yaşlanmanın doğanın bir gereği olmaktan
çıkarılıp mücadele edilmesi, geciktirilmesi gereken bir süreç, bir ‘hastalık’
ya da başa gelen bir ‘felaket’ gibi gösterilmeye başlandığını vurgulayarak bu
sayede yeni pazarlar açıldığını belirtmektedir. İncelenen yazıların %3,5’inde
yaşlanma ve yaşlılık konusuna değinildiği belirlenmiştir. Bu yazılarda da
yaşlanmanın tıbbileştirildiği kaydedilmiştir.
“Alternatif tıp”, Sezgin’in (2011a:192-193) incelediği bir
başka başlıktır. Bireylerin hastalıkları uzun süre devam ettiği; modern tıbba
olan inançlarının eksildiği; tedavilerine destek gerektiğini düşündükleri ya da
tedaviden vazgeçtikleri zaman alternatif ya da tamamlayıcı tıptan yararlanmak
isteyebileceklerini belirten Sezgin, “Özellikle modern tıbbın hastayı birey
olarak değil ‘hasta organ’ olarak görmesi bireyleri bu alana doğru yöneltmede
etkili olmaktadır” demektedir. Yapılan incelemede bir yıl içinde bu kategoride
yayımlanan yazıların oranının %3,3 olduğu belirlenmiştir (Sezgin, 2011a:194).
Ayrıca incelenen yazılarda cinsel yaşam ve cinsel hastalıklar
konusuna değinilme oranının %3,2 olduğu da ifade edilmelidir (Sezgin,
2011a:194). Bununla birlikte yazıların % 9,2’sinde “mucize, moda, skandal, Türk
doktor ve hasta hikâyelerine”, %11’inde “sağlığa ilişkin istatistik, araştırma
ve buluşlara”, %10,6’sında “yasal düzenleme, sağlık politikaları ve rutin
sağlık konularına” yer verildiği belirlenmiştir (Sezgin, 2011a:198-208).
Sezgin (2011a:214) çalışmanın sonunda “bu duruma bireyin karşı
koyması veya mücadele etmesi hemen olanaksızdır” demektedir. Sezgin’in (2011a:214-216)
açıkladığı öneriler arasından şu noktalara ulaşmak mümkündür:
- Sağlık
konusunda bireyin hasta hakkının etik değerler doğrultusunda korunması,
- Sağlık
okuryazarlığının yükseltilmesi,
- Eleştirel
sağlık okuryazarlığının geliştirilmesi,
- Kamu
sağlığı politikaları ve bu politikaları geliştirmeye desteği artırmak,
toplumsal sorunlara dikkati çekmek için kamu tartışmasını açmak, şekillendirmek
ve harekete geçirmek amacıyla medyada savunuculuğu yaklaşımının geliştirilmesi,
- Medyanın
sorumluluğunun unutulmaması ve bu doğrultuda medya içeriklerinin etik kaygılar
öne çıkarılarak hazırlanması,
- İletişim
ve sağlıkla ilgili lisans ve yüksek lisans programlarında sağlık iletişimi
derslerine yer verilmesi,
- Sağlığa
ilişkin mesajların şiddet ve cinsellikten farklı “masum” bilgiler olarak,
kontrolsüz olarak sunulması üzerinde durulması önemli konular arasındadır.
Esma Gültivin Gür (2009) “Tüketim Kültürü Bağlamında Sağlık
Haberleri” başlıklı doktora tezinde medya kültürü ve “tüketimcilik olgusu”
üzerinde durarak “bireylerin sağlıklarını korumak için medya ve ilaç
endüstrisiyle ilişkiye girmelerini gerektiren “healtizm” kavramını ele
almıştır. Gür (2009:iii), “medya sağlık alanında birleştirici bir işlev
yüklenememiş, daha çok tüketim kültürünü yaygınlaştıracak haberlerle tüketicinin
inşasına yönelik bir tutum içine girmiştir” sonucuna ulaşmıştır. Gür’ün tezinde
sağlık sosyolojisi ve sağlık haberciliği ilişkisinden başlayarak tüketim
kültürü bağlamında sağlık haberciliğinin yeri tanımlanmaya çalışılmıştır. Gür
(2009:163) “Kapitalizm sağlık haberlerini kendi çıkarlarını gerçekleştirebilmek
amacıyla etkin bir biçimde kullanmaktadır. Bu noktada korku kültürü ve
ihtiyaçların manipülasyonunun etkin bir biçimde kullanılması, sağlık
haberlerini tüketim kültürünün önemli bir parçası haline getirmektedir”
demektedir.
Gür (2010) “Dezenformasyona Uğratılan Bir Sosyal Hak Olarak
Sağlık” başlıklı makalesinde de her gün karşılaşılan sağlık haberleri veya
sağlık haberi görünümündeki reklamların insanın hayattaki en büyük korkusu olan
ölüm korkusunu kullanarak, insanlara ürün satmaya çalıştığını belirtmektedir.
Estetik, güzellik gibi olgular tıpla bağdaştırılmaya başlamıştır. Bedenle
ilgili imgeler yüceltilmekte, medyada kusursuz bedenler sergilenmektedir.
Sağlığa zararı olmayan, hayatın doğal bir süreci olan menopoz, yaşlanma gibi
olgular, büyük bir sağlık sorunu haline getirilerek, kapitalizmin bu büyük
sorunu ortadan kaldırma iddiasındaki çeşitli ürünlerinin pazarlanmasına ve
hatta çeşitli cerrahi müdahaleler yapılmasına yol açmaktadır. Sağlık
haberciliği de bu ticari amaçlara ulaşmak için kullanılan bir araç olarak
görülmektedir.
Birsen ve Öztürk’ün (2011) “Tüketim Kültürü Çerçevesinden
Sağlık Haberleri” başlıklı çalışmasında da sağlık haberleri üzerinden “tüketim
kültürü” sorgulanmaktadır. Çalışmada tüketim kültürü, “tüketicilerin tüketerek
kendilerine yeni bir statü edinme, hem kendilerini hem de başkalarını
tükettikleriyle değerlendirme, ihtiyaçtan değil, arzu ve hazdan dolayı
tüketimin yapıldığı kültür” olarak tanımlanarak; medyanın 1990’lardan günümüze
tüketim olgusunun bir yaşam tarzına dönüşmesindeki merkezi rolü
değerlendirilmektedir. Çalışmada özellikle güzellik ve estetik amaçlı
haberlerin ideal bir beden algısı yaratma amacı üzerine kurulduğu ideal bedene
erişme yolu olarak da tüketimin teşvik edildiği vurgulanmaktadır. Hürriyet
gazetesinin 1991-2008 yılları arası mayıs aylarında hafta içi salı ve hafta
sonu cumartesi günleri yayımlanan sağlık haberlerinin içerik analizi
uygulamasıyla incelendiği çalışmada, 54 haber üzerinden, haberlerde üst sınıfın
yaşam tarzının sunulduğu ve bu yaşam tarzını özendirecek ve öykündürecek
şekilde haber yapıldığı ifade edilmektedir.
Melis Baydur (2010), “Medyada ‘Sağlıklı’ İnsan
Sunumları: Popüler Kültürde Sağlıklı ve Sürdürülebilir Yaşam Görünümleri” başlıklı
yüksek lisans tezinde medya aracılığıyla oluşturulan “sağlıklı insan” imajını
incelemiştir. Baydur (2010:1) öncelikle şöyle demektedir:
-
“Medya belli bir yaşam
stiline, yaşama karşı belli bir bakış açısına sahip insanları ‘sağlıklı’ olarak
göstermektedir. Bu sağlıklı insan imajının çerçevelenmesinin oluşumunda
televizyon programlarındaki sterotipleştirmelerden, reklamlardaki görsel dile
çeşitli faktörler destek olmaktadır. Aynı şekilde medya sağlığı ve tıbbın bazı
unsurlarını ‘popüler bilim’ haline getirerek popüler kültür ürünleri içerisinde
bir metaya dönüştürmektedir.”
Baydur
(2010:1) medyada sağlıklı insan imajı için kalıplaşmış bir görsel dilin de
mevcut olduğunu belirterek, “(medyada) çağın insanına ‘sağlıklı’ olabilmesi ve
bu yönde bir profil yaratabilmesi için belirli yöntemler verilir, tavsiyelerde
bulunulur” demektedir.
Çalışmada
“popüler sağlık haberciliği” başlığı altında Milliyet gazetesinin Cadde ve
Hürriyet gazetesinin Pazar eklerine yönelik “Kasım 2009-Nisan 2010” tarihleri
arasında yapılan incelemeye yer verilmektedir. Cadde ekindeki 499 sağlık
haberinin 189’u “genel sağlık” ve 113’ü “beslenme/bitkisel sağlık”
kategorisinde bulunmuştur. Çalışmada kilo-diyet, beslenme/bitkisel sağlık, anti
aging, güzellik, spor ve estetik konularını kapsayan “wellness” trendine
yönelik haber sayısının “genel sağlık”tan daha yüksek olduğu belirtilmektedir
(Baydur, 2010:86). Hürriyet Pazar ekinde de aynı dönemde yayımlanmış 107 haber
tespit edilmiştir. Bunların 40’ı “genel sağlık”, 27’si “beslenme/bitkisel
sağlık” ve 26’sı da “kilo/diyet” konularındadır. Bu bağlamda “wellness”
kategorisine giren haber sayısının 61’i bulduğu ifade edilmektedir (Baydur,
2010:87).
Çalışmada
özetle, sağlıklı insan imajının oluşumunda medyanın rolüne işaret ederek
popüler kültür içinde yükselen “wellness” sektörüne vurguda bulunulmuştur.
“Sağlık” başlığı altında yapılan haberciliğin çoğunlukla, sağlık sektörüne dair
sorunlardan ziyade beslenme, bitkisel sağlık, meditasyon-kişisel gelişim gibi
“wellness” sektörüne dair konularla sınırlı kaldığı belirtilmiştir. Çalışmanın
son bölümünde ise “sürdürülebilir yaşam, sürdürülebilir tüketim ve yeşil
imajlar” konusuna yer verilmiştir.
Bozok (2011) ise, “Biyoiktidara Özgü Bir Özne(l)leşme Pratiği
Olarak Popüler Sağlıklı Yaşam Söylemi” başlıklı makalesi ile sağlık ile ilgili
söylemleri eleştirel bir üslupla değerlendirmiştir. Bozok, popüler sağlıklı
yaşam söyleminin sağlıklı olmayı bedenle yürütülecek bir mücadele süreci olarak
kurguladığını belirtmektedir. Makalenin üç ana ekseni bulunmaktadır. İlk olarak
bireyin hem kendi bedeni üzerindeki kontrolüyle, hem de biyoiktidarın
söylemleri ve hesaplarıyla şekillenen öznelliğini Foucaultcu bir bakış
açısından okumaktadır. İkinci olarak moleküler biyopolitikanın yükselişiyle
birlikte ortaya çıkan ve hareketli her bir parçasının sağlığı konusunda özen
gösterilmesi gereken moleküler beden anlayışına odaklanmaktadır. Son olarak dış
görünüşü tüketilen ve kendisi için tüketen beden fikrine değinilmektedir.
Kanal D’de yayımlanan Doktorum programı üzerinden yeni sağlık
anlayışı, toplumsal cinsiyet ve tüketim ilişkisinin sorgulandığı Kaya’nın
(2011) çalışmasında eleştirel yaklaşım çerçevesinde değerlendirmelerde
bulunulmaktadır. Çalışmada “neoliberal sistemin getirdiği yeni sağlık
anlayışının” insanlara hastalığın önlenebilir bir şey olduğu, sağlıklı beden
için bireysel olarak yapılması gerekenlerin anlatıldığı ve onun sorunlarıyla
baş başa bırakılırken daha çok kadınlara seslenildiği dile getirilmekte,
Doktorum programında da aynı anlayışın meşrulaştırıldığı, yerleştirildiği ve
yaygınlaştırıldığı belirtilmektedir. Kaya (2011:143) Türkiye İstatistik
Kurumu’nun hazırladığı nüfusun yaşam koşulları göstergelerine de dikkati
çekerek, kurumsal olmayan nüfusun %43,8’inin konutunda “sızdıran çatı, nemli
duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi vb.” sorunlarına, %43,3’ünün oturduğu
konutunda “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” yaşadığına, açlık sınırında
yaşayan 13 milyon kişi olduğuna değinmekte ve şöyle demektedir: “Hastalık
gelmeden önleme stratejisi kapsamında sağlığın sorumluluğunu bireyin üstüne
yıkmak yerine, hastalık üreten koşulları doğrudan yoksullukla mücadele
stratejilerini gerekli kılmaktadır. Sağlık Show programları bu tür mücadeleler
yerine, sağlığı dans eden doktorlarla şıkça paketleyip tüketime sunma ve sağlığı
bireyin sorumluğuna bırakmayı yerleştirir ve yaygınlaştırır.”